Batı Doğu ve İslamda Aile Mahremiyeti

imagesCAF9D47NDoğu ve Batı, her zaman birbirine kıyas edilen, karşılaştırıp tartılan iki zıt taraftır.

Bende yedi sene evvel edebiyat yönünden ele almıştım bu iki kutbu. Şimdi de konumuz gereği aile mahremiyeti yönünden kıyaslama gereği duydum. Çünkü cinsellik deyince, çoğu zaman batı tarzı yaşam akla geliyor. Gelin önce tarihe bir göz atalım.

Hıristiyanlığa göre insan, doğuştan bir suçlu olarak doğar. Çünkü ilk insan olan Hz. Adem ile Hz. Havva tarafından işlenen o günah, ırsi olarak nesilden nesile geçmektedir.

XII. yüzyılda Hıristiyan dünyası Aziz Agustine'in "Şehvet günahtır. Bunun sonucu dünyaya gelen her insan temelinde günah yattığından ötürü, günahkar olarak doğar." görüşü içindeydi. Aziz Thomas da bu fikre katılarak "Erkekle dişinin(!) birleşmesi sonucunda bir düşüşle, bir şehvetle günah, doğacak yavruya geçer." demişti. Kiliseye göre evlenmek de maneviyata aykırı bir tutumdu. Bu yüzden din adamı olmak için bu durumdan uzak durup asla evlilik yapılmazdı. Bu davranış onları aziz, pak ve temiz olarak koruyup toplum içerisinde saygın, tüm sözü kayıtsız şartsız dinlenilen hale getiriyordu. Göründüğü ve bilindiği üzere kilise insan gücünün sınırlarına, fıtratına aykırı zor ve imkansız yolu seçmiş.Sıradan insanlar evlenebiliyor, ama anlaşamazlarsa asla boşanamıyorlardı.

Bunca "yasaklar" içinde tarihten bilindiği üzere haçlı seferlerinde her türlü tecavüz mubahtı. Ordu ile beraber çok sayıda fahişede götürülüyordu. Hatta 5-6 yıllık haçlı seferlerine giden hıristiyanlar evde kalan karıları nişanlıları veya kızlarına bekaret kemeri takıp kilitleyip anahtarı da yanlarında götürüyorlardı. Berlin ve Paris'teki Cluny müzesinde bunun canlı örneklerini görebiliriz.

Tezatlarla dolu batı dünyasından XVII. ve XVIII. yüzyıllar itibariyle rüzgar tersine esmeye başlar. Bu sefer kilise yasakları isyan ve redde uğrar, özgürlükçü akım ortaya çıkar. Bu akım günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Bu "özgürlük" sonucu toplum, toplum olmaktan çıktı, adeta şeytan ordusu haline geldi. "Cinsel özgürlük" başlarına ne taşlar yağdırdığını anlatmaya gerek yok. Sayısızca amansız hastalıklar, sosyo-ekonomik yıkımla şu an batı ve Amerikanın iflas eşiğinde olduğu herkesçe malum. Bunların sebebi ifrat ve tefrittir. Yani iki üç noktadır.

Biraz da doğudaki aile yaşam tarzına bakalım. Doğu kıtası bağrında islamı, yahudiliği, hıristiyanlığı, budistliği ve buna benzer inançtaki toplumları barındıran bir kıtadır. Mesela Hindistan çok çeşitli kültürlü renkli bir ülkedir. Aile ilişkileri açısından az da olsa bize benzer ama çoğu zaman farklılıklar gösteren bir kültürdür. Çin ve uzakdoğunun ülkeleri de buna benzer.

Doğudaki bize yakın candaş ve kandaş dediğimiz ülkeleri veya memleketleri bizimle birleştiren unsur, İslam nimeti ve medeniyetidir. Çünkü İslam ve insan fıtratı tam bir uyum içindedir. Çünkü İslam insanın içgüdülerini inkar etmez. Aksine yeme içme cinsel arzu ve benzeri isteklerini helal yoldan karşılanması gereken normal ihtiyaçlar olarak görür. İnsan içgüdülerini kötü olarak niteleyip ta başta mahrum ve mahkum etmez. Ama insanın bu içigüdüleri peşinde koşan, sınır tanımaz birer nefis kölesi haline de gelmesine müsade etmez. Nefsi terbiye eder, yok saymaz veya öldürmeye çalışmaz.

Görevlerimizden en önemlisi, bu dünyada yaşayıp Allah (C.C)'ya kulluk etmek ve bu yoldaki imtihanımızı başarıyla vermektir. Öyleyse bu dünyada kalabilmemiz için bu bedene ihtiyacımız vardır, bu değerli bedenimizi korumakla mükellefiz. Bu emanetin yeme-içme, uyuma, evlenme ve buna benzer maddi gereksinimleri vardır. Çünkü Allah (C.C.) meleklerden farklı olarak bizi böyle yaratmış. Nefis taşıdığımız için biz insan, onlar da melektir.

Araf Süresinin 32. ayetinde Allahu Teala şöyle buyuruyor. "De ki;"Allah'ın kulları için (yaratıp) çıkardığı süsü (ve onların maddelerini) ve rızıktan temiz-helal olanlarını kim haram etmiştir? De ki; (onlar, gerek dünya hayatında, gerekse özel olarak kıyamet gününde iman edenler içindir). İşte (biz,) bilen kimseler için ayetlerimizi böyle geniş geniş açıklıyoruz.

Helal dairesi gayet geniştir, her türlü ihtiyacımızı karşılamaya fazlasıyla yeterlidir. İnsan helal sınırlarına riayet ederek bu nimetlerden niçin faydalanmasın? Bize sunulan ikramları geri çevirmek ne derece doğrudur? Hayattan tat almak, nimete şükretmek doğal ve en tabii hakkıdır kulların.

Süreyya Eshankhodjaeva

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

0 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz