Böyle Bir Yuvanız Var mı?



Huzurun, mutluluğun, tebessümün ve duanın olduğu bir yuva..Onca dış etkenlere rağmen “aile kavramını” yitirmeyen, kadının kadınlığını, kocanın kocalığı rolünü değişmeyen, çocuklarında çocukluğuna yaşayabildiği bir yuva orası ...

“Kahrı da hoş, lutfu da hoş” diye tam bir teslimiyet şuuruyla yetişmiş, yetiştirilmiş insanlar var bu yuvada...

Yuva dediysem bir çatıdan, içindeki duvarlardan, odalardan bahsetmiyorum. Bu binanın içinde size duvar olmamış karı (anne), koca (baba), çocuklardan, aynı çatı altında birbirlerini unutmamış, hayatın çirkinliklerine dalmamış olunan yuvadan bahsedeceğim. Öyle bir yuvaya sahip ki onlar, dışarıdan “benim yuvamda böyle olur mu“ dedirtiyor insana, 5 çocuklu bir aile onlar...

Evin hafta da bir istişaresinin olduğunu, bu istişarede maddi manevi her şeyin konuşulduğu ve yine bu istişarede son kararı evin reisinin “kocanın” verdiği bir yuva, rehberleri kuran, hadisler ve sünnetler. Her gün çayla birlikte mutlaka hasbihal edilen, ve o hasbihalle gelen kimi zaman tebessüm, kimi zamanda titreyen bir kalbe sahip oldukları için gözyaşları...Derdin derdim, hüznün hüznüm, mutluluğun mutluluğum, sıkıntın sıkıntım diyen insanlar yaşıyor bu yuvada. İşte böyle bir yuvaya davet edildim, icabet ettim.

Böyle yuvalar kokusundan tanınır. Hani bir “gülün kokusunu” hiçbir çiçekte alamazsınız ya, hani yağmurdan sonra o toprak kokusunu içinize çekince bütün iliklerinize kadar bir huzur kaplar ya, işte öyle bir yuva.. Ve dahi eminim ki Melih Cevdet'e sorsalardı yuva nedir, diye? Yuva, “aile olabilmektir, eve ev arkadaşı almak değildir” diye söylerdi...

Bunlar sadece hikayelerde filmlerde olur deniliyor ya, aslında herkes kendi yaptıklarıyla kendi aile filmini çektiğini bilse ve ona göre filmini yazabilse...

Yine bu yuva bana, Joanne Greenberg'in ''Sana Gül Bahçesi Vadetmedim" romanındaki şizofren kızı Deborah' ın kendini iyileştirme çabası aklıma geldi. Eğer bir şizofren ne zaman hasta olduğunu kabul edip tedaviye giderse, o zaman iyileşmeye başlarmış ya. İşte bu yuvanın kadını da, yuvasında hastalıkların olduğunu fark ettirilmiş. Görmezlikten, umursamazlıktan gelmemiş, hastalıkları kabul edip, iyileştirmeye gitmiş. Velhasıl kelam, bu yuva bana "yuvayı dişi kuş yapar" cümlesini tasdik ettirdi.

Sizin böyle bir yuvanız varken, tüm gençler sizi örnek almaz mı? Kim ister ki kötü yuvayı örnek almak? Kim ister evde kavga gürültü olmasını, kim ister? İçinde sevgiyi barındırmayan kalpler ister.

Hani çocuklar sırtını anneye babaya yaslarlar ya, sizinde sırtınızı dayayabileceğiniz, derdinizi mutluluğunuzu paylaşabileceğiniz, sükunette aşkı tazeleyebileceğiniz, yandığınızda size serinlik verebilecek, ölsem ve bir daha dirilsem böyle yuvam olsun, böyle karım böyle kocam olsun diyebileceğiniz bir yuvanız var mı? Dünya ya tekrar gelsem “kocam” olarak yine seni seçerim, ahirete gitsem gözüm hurileri değil yine seni arar diyebileceğiniz yuvanız da böyle “karınız” var mı? Yoksa o yuvanın üzerine gölge mi geldi, ışık olup filizlenemez misiniz?

“Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca. Dağı bile taşır insan, aşık olup inanınca. “ diyor ya Şems, işte davet edildiğim bu yuva da ben böyle bir sevgi, böyle bir çaba,gayret,böyle bir inanç gördüm...

Bu aile nerde yaşıyor diye soranlara, adres olarak vefanın, merhametin , fedakarlığın ve sevginin olduğu yer...

Sahi sizin, böyle seven kalbe sahip bir yuvanız, bir adresiniz var mı? Peki olmasını istemez misiniz?

Baki muhabbetle...

Gülnur Özdemir


Bunlar da ilginizi Çekebilir

16 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz