Evin Annesi Toplumun Aynası

Toplumda önceden kadınlar, 'çalışan' ve 'ev hanımı' şeklinde tanımlanırken, günümüzde bu ayrım ortadan kalktı. Bunun yerine 'çalışan' ve 'çalışmayan' kadın kategorisi kullanılmaya başlandı. Biz de bu kategorilerde yer alan kadınların yanlış algılarını değiştirmeye çalışacağız.

Ev hanımı statüsü bugün her iki grubu da kapsar hale geldi. Zira dışarıda işçi veya işveren olan da evinde oturan da aslında evinin hanımı. Fakat kimisi 'hanım' kelimesinin büyüsüne fazla kapıldığı için midir bilinmez, eşinin gönlündeki 'sultan' makamını unutarak kendisini ev işlerine kaptırıveriyor.

Öyle ki gün kızıl örtüsüne bürünüp uzaklaşırken o, hâlâ bir şeyleri temizleme telaşında oluyor. Çocuğuyla ilgilenmeyi bile çoğu zaman temizlikle eş tutuyor. "Ben iyi ve ilgili bir anneyim. Çocuğumun üstü başı tertemiz!" cümleleri de buna tanıklık ediyor çoğu zaman.

Oysa çalışanıyla çalışmayanıyla bütün ev hanımları bilir ki ev işi nankördür! Sanki dün bir dolu kimyasal temizlik malzemesi içinde çırpınarak pırıl pırıl yapılan ev orası değildir. Hal böyle olunca bu temizlik fiili her gün aynı şekilde tekrar ediliyor.

Ne deterjan kokuları arasında Rahman'ın hediyesi çocuğun kokusu duyulabiliyor ne de banyodaki aynanın lekesi kadar yavruların kalbindeki boşluk düşünülebiliyor. Adeta eşyanın hizmetçisi haline gelen kadın, dünyada ikinci plana atamayacağı annelik rolünü unutuveriyor.

Çocuğun dünyaya gelmesiyle birlikte 'kaliteli zaman tanzimi' yapamayan nice anneler, adeta eşya ile çocuğu arasında yitip gidiyor. Bazıları evladına duyduğu ilgiyi o kadar abartıyor ki tek dertleri onların mutluluğu, sağlığı, başarısı ve mesleği oluyor.

Belki de gösterdikleri aşırı fedakârlık sebebiyle aynı ilgiyi büyüdüklerinde bu kez çocuklarından bekliyorlar. İyi bir iş sahibi olmaları için tabiri caizse "saçlarını süpürge ettikleri" biricik oğul ya da kızlarının, aynı hassasiyetle kendilerine bakmalarını arzu ediyorlar. Bu durum da malum kayınvalide-gelin/kayınpeder-damat vs. sorunların yaşanmasına yol açıyor.

Ev işi ve çocuk bakımı yüzünden kendini geliştirmeye fırsat bulamayan kadınların sayısı da az değil. İyi bir evlat yetiştirmek için dahi kitap okumayan, evinin içerisinde bile olsa fikir ya da fiil üretmeyen kadının hanımlığı sadece dört duvar arasında kalıyor. O evde dururken çocuklar okulda, eş ise işi gereği girdiği ortamlarda yeni şeyler öğrenerek kendini geliştiriyor.

Fakat eve döndüklerinde bu birikimi aktaracak bir muhatap bulamıyorlar. Bu da zamanla aile içi iletişimsizliğe sebep oluyor. Gerisi acı ama bilindik bir hikâye: Yıllar geçtikçe eşini beğenmemeye başlayan beyler, annesini, kutsalını küçümseyen evlatlar ve kendine güvenini yitirip amaçsız kalan bir kadın...

Aile danışmanı İnci Yeşilyurt, ev işlerinin eskiden olduğu gibi kazanda kaynatılan çamaşırlar, kömürde ısıtılan ütüler ve taşıma su ile yıkanan bulaşıklar gibi olmadığına vurgu yaparak değişen ev hanımlığına dikkatlerimizi çekiyor.

Kadınları çalışan ve çalışmayan diye ikiye ayıran Yeşilyurt, bu fikrini şöyle açıklıyor: "Günümüzde dışarıda çalışan da evinde oturan da ev hanımı aslında. Çünkü çalışmayan kadınların günlerini tükettiği ev işlerini çalışan kadınlar da yapıyor.

Üstelik çalışanlar, 'Günün nasıl geçti?' sorusunun cevabında bu yaptıklarına hiç yer vermiyor." Öyle ki çalışan kadının işe gitmeden önce çamaşır makinesine attığı beyazlar, iş dönüşü bir önceki akşam hızlıca pişirdiği iki çeşit yemek ve akşam çayı sonrasında belki yarım saatini alan ütü, işyerinde harcadığı 10 saatlik mesainin yanında dile getirilmiyor bile.

Halbuki tüm bu uğraşlar, çalışmayan bir kadın tarafından akşam eşiyle yaptığı sohbette yapılan konuşmanın yegâne teması olabiliyor. Tabii her ikisinin bu işlere harcadığı vakit gibi ortaya çıkan ürünün kalitesi de değişebiliyor. Kastımız ev işlerinin küçümsenecek şeyler olduğu değil elbette. Ama bunlar hayatın gayesi ve merkezî uğraşı haline getirilecek kadar da önemsenmemeli.

Çalışmayan kadınların çoğu, iş hayatını, uzun mesaileri ve evlerine fazla vakit ayıramama endişesiyle eleştiriyor. Zira bugün kadın, özellikle kalifiye mesleklerde ya full-time çalışmak zorunda ya da mesleğinden vazgeçip evde oturmak durumunda kalıyor.

Oysa çalışmak sadece 08.00-17.00 mesai yapma şeklinde algılanmamalı. İnsan isterse evinden hiç çıkmadan da el becerisi, internet veya telefon aracılığıyla iş dünyasına katkıda bulunabilir. Ya da işverenlerin sağlayacağı part-time çalışma olanaklarıyla mesleğini, evini ve ailesini ihmal etmeden icra edebilir.

EVİNİN HANIMI OLDUĞUNU UNUTAN ÇALIŞANLAR

Dilerseniz film şeridini burada kesip şimdi de çalışan ve üretime katılan ancak evinin hanımı olduğunu unutan bir kadın portresine göz atalım. Çünkü hayat koşuşturmasına kendisini ziyadesiyle kaptıran çalışan kadınların da handikapları yosk değil.

Bazıları kendine göre iyi bir bilgi birikimi edinmiş olsa dahi bunu paylaşmak için ailesine vakit ayırmadığından huzuru yakalayamayabiliyor. Yitip giden bir neslin yetişmesi bir yana, kalbine ihsan buyrulan kadınlık şefkatini, eşine de hakkıyla aktaramıyor. Ev işlerinde yardım edeni de yoksa her yere yeteyim derken hiçbirisine yetişemiyor.

Muhabbet, huzur ve Allah rızasını yakalama adına kıyılan nikâhın gerekleri yıllar geçtikçe unutuluyor. Böylece sürüp giden tempolu iş hayatı karı-kocayı emeklilik günlerine ulaştırıyor. Artık boş vakitleri çoğalan yaşlı çift, huzurun önemini anlıyor. Fakat elden kaçan gençlik günleriyle birlikte insanın hayat neşesi ve enerjisi de azaldığı için geriye keşkelerle dolu bir geçmiş kalıyor.

Peki iş temposu arasında çokça olmasa da kaliteli vakit geçirilemeyip yitirilen nesil ne durumda dersiniz? Çocuklar bahane dinlemez. Çok defa onların umurunda değildir çalışmaya sebep olarak gösterilen iyi bir gelecek vaadi.

Annesiz geçen günlerini sayan çocuk için önemli olan maddî imkânlardan ziyade ilgi ve şefkattir. Annesi işteyken uyuduğunda değil, birlikte kahvaltı edeceği sabahlara uyandığında mutlu olur.

Büyüdüğünde annesinin paylaştığı bilgi birikimleri çok kıymetli hayat tecrübesi olsa bile aslında ona daha çok yalnız kaldığı zaman dilimlerini hatırlatır. Bu sebeple bakıcısıyla ya da kreşlerde oynadığı oyunları anlatmak istemez arkadaşlarına.

Öyle ki bazı çocukların en büyük hayali harçlıklarıyla annesinden zaman satın almaktır. Kimi annesi kadar sosyal hayatta güçlü olduğunu zanneder. Ama ne zaman bir zorlukla karşılaşsa o an fark eder düştüğü yanılgıyı.

Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Göka, son 50 yılda ivme kazanan bir değişimle çalışan kadınların handikaplarının iyice gün yüzüne çıktığını düşünüyor. Prof. Dr. Göka'ya göre dışarıda çalışmayı şart koşan bu değişim, bireysel özgürlükleri alabildiğince teşvik ederken, aile değerleri ve akrabalığı ise önemsizleştiriyor: "Ev içinde anne-baba-çocuk birlikte geçirdiğimiz zamanlar ve evlerdeki çocuk sayısı giderek azalırken, boşanmaların, tek ebeveynli çocukların, yalnız yaşayanların hızla arttığı bu süreç çok da hızlı akıyor."

HUZURU YAKALAMAK ELİMİZDE

Anlattığımız çalışan ve ev hanımı portreleri tabii ki uç örnekler. Kastımızsa her iki rolün de hakkını gerektiği ölçüde verebilme kaygısına vurgu yapmak. Ev işleri ve ailesi ya da çalışma hayatı ve ailesi arasında denge kuramayan kadın, orta yolu nasıl bulacak peki? İnci Yeşilyurt, burada kadının kaliteli zaman tanzimi ve üretkenliği üzerinde duruyor.

Yani ister 10 saatlik bir iş mesaisi olsun isterse çalışmasın, bir kadının tüm bu problemlerin üstesinden gelmesi hem kendi hem de eşinin elinde. Zira kadının rolünü biraz da eşi belirliyor. Öncelikle günlük, aylık ve yıllık planlar yapılarak bir takvim hazırlanabilir.

Burada yazar Mehmet Paksu'nun kendi ailesinde uyguladığı 'Beş S' formülüne bakmakta fayda var. Zira o, 'Sofra, Sayfa, Seccade, Seyahat ve Sevgi Birliği' olarak açılımını yaptığı formül ile ailesinin huzurunu sağlıyor. Paksu, aile bireylerinin toplandığı 'sofra' birliğinde, problemlerin daha çabuk çözüme kavuştuğu kanaatinde. Yuvayı çevreleyen mutluluk zincirinin ikinci halkası 'sayfa' birliği.

Aynı odada uygulanan kitap okuma saatinin çok önemli olduğunu ifade eden yazara göre her bireyin okuduğu bilgileri paylaşması, bu birliğin en önemli amacı. Dinî yaşamda ayrılıklar olduğu zaman ailede problemler ortaya çıkabileceğine dikkat çeken Paksu, 'seccade' birliğini de olmazsa olmaz kabul ediyor.

Dördüncü S olan seyahat, aileyi sosyal yaşama katan önemli bir diğer unsur. Çünkü buradaki amaç, aileden biri tek başına nereye gidiyorsa mümkünse hep birlikte ona eşlik etmek. Bu şekilde ebeveyn çocuklarının gittiği yerlerden haberdar oluyor ve aile bireylerinin karıştığı sosyal ortam yerinde görülüyor. Mehmet Paksu'ya göre, ilk dört S yerine getirildiğinde, ana halka olan 'sevgi' birliği de kendiliğinden kuruluyor.

Zeynep Haşlak-Yeni Bahar Dergisi


Bunlar da ilginizi Çekebilir

3 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz