Görünmeyen Çizikler

Geçen gün, bir arkadaşımın işi çıkmıştı ve çocuğunu gittiği yere yanında götüremeyecekti. Çaresizliğini görünce iki yaşındaki oğluyla ilgilenebileceğimi, oyun arkadaşı arayan kızımın da bu durumdan memnun olacağını söyledim.

Ertesi günün gelmesini kızımla sabırsızlıkla bekledik, küçük bir misafirimiz gelecekti ve onunla dolu dolu vakit geçirecektik. Sabah oldu ve annesiyle birlikte geldi küçük misafirimiz… Kısa bir alıştırma sürecinden sonra, annesi gitti ve misafirimizle baş başa kaldık.

Misafirimizin karnını doyurduk. Sonra kızımla birlikte top oynadılar, yatakta zıpladılar… Daha sonra biraz sıkıldıklarını ve misafirimizin annesini aradığını görünce, “Çocuklar hava çok güzel, dışarı çıkmak ister misiniz?” dedim, ikisi de sevinçle kabul etti.

Montlarımızı ve ayakkabılarımızı giydik. Elime de dışarıda oynamak üzere bir top aldım.

Emanetin başına bir şey gelmesin diye, evde oynadıkları odanın kapısında dikilen ben, dışarı çıkma teklifinde bulunarak asıl zorlu süreci başlattığımı çok geç fark ettim.

Küçük misafirimizle attığımız her bir adım gözüme kocaman bir tehlike kaynağı olarak görünüyordu. Asansöre bindik, kızım yanımda küçük misafir kucağımda, ”Aman eli bir yerlere sıkışmasın”… Kızım merdivenlerden gönlünce iniyor, ama küçük misafir hâlâ kucağımda, “Merdiven bu ne olacağı belli olmaz, riske gerek yok.”

Nihayet bahçeye ulaşıyoruz, küçük misafir elimi bırakıp koşmak istiyor. Elinden tutuyorum. “Hayır, burası sert zemin, burada olmaz. Düşme tehlikesi!” Elini bırakmak bir yana, içimden geçenlerden sonra korkuyla elinden daha sıkıca tutuyorum. Kızım ise yanımızda sağda solda koşturuyor.

Küçük misafirimiz topu oynamak üzere elimden almak istiyor. Veremiyorum, “Betonun üzerinde hayatta olmaz.” Hemen çimlere çıkmak üzere hızlanıyorum.” Maazallah yere düşerse, kafasını çarparsa, beton sert, ama çimler yumuşak…”

Parkta salıncaktalar, ben küçük misafirin başındayım… Tahterevalliye biniyorlar, yine onun tarafından sıkıca tutuyorum. Gölge gibi üstündeyim. “Aman düşmesin, aman bir yeri acımasın.” Güneşin geldiği yere özellikle onu oturtuyorum, “Aman üşümesin…”

Tam iki saat sonra annesi almaya geliyor. Çok sevdiği misafirimiz gittiği için kızım çok üzülüyor. Ama ben derin bir nefes alıp, rahatladığımı hissediyorum. Ne çok gerilmişim…

İtiraf etmeliyim ki parklarda çocuklarının tepesinden ayrılmayan anneanneleri, babaanneleri, bakıcı teyzeleri ilk defa anlayabiliyorum. Oysa gördüğüm manzaralar karşısında ne çok cümle kurmak istemiştim, kendimi tutamayıp kimilerine de müdahale etmiştim: “Neden tutuyorsunuz ki, kendisi çıkabiliyor.” diyerek…

“Aman düşersin.” diye arkalarından sürekli söylenmelerini, “Terleyeceksin koşma.” demelerini, sürekli üstlerindeki tozu toprağı silkelemelerini, yapmak istedikleri pek çok şeye “hayır” demelerini, işte şimdi anlıyorum.

Çevrede hayret uyandıracak kadar rahat bir anneyim oysa, tedbiri aldıktan sonra bir şeyin olacağı varsa zaten olur… Ama kendi çocuğuma gösterdiğim rahatlığı küçük misafirimize gösteremedim. Çünkü o emanetti, “Ya başına bir şey gelirse, annesine nasıl hesap veririm.” diye birlikte geçirdiğimiz iki saat içinde oldukça tedirgindim. Misafir yavrunun yüzü gülüyordu ama pek çok durumda onun özgür ve rahat davranmasına engel oldum. Tamamen iyi niyetle de olsa bu onun çocukluğunun gereğini yapmasına, gönlünce koşturmasına mani olmaktı. Yavrucuk iki saat içinde gelişimi için gerekli olan pek çok adımı deneyimleyemedi. O dakikalardaki öğrenme fırsatları bir daha gelmemek üzere kaybolup gitti.

Çok önemli gerekçesi olmadan, her gün, akşamlara kadar çalışmak üzere işyerlerine koşturan ve kendi rahatı uğruna çocuğunu sürekli başkalarına bırakan annelere bir çağrım var şimdi: Lütfen güneşli bir öğle vakti, bir çocuk parkına gidin ve kaydırağa ulaşmasına saniyeler kalmışken, düşecek diye bluzundan çekilerek indirilen çocukları görün. Hasta olmasın diye, koşmaları engellenen, engellendiği için daha da hızlanan çocukların yüz ifadelerine bir bakın. Kumların içinde huzurla kendini bulmaya çalışırken, aman üstünü kirletme, yere oturma uyarısıyla, her toz zerresinde üstü başı çırpılan ve yarım kalan kumdan kalesi hiçbir zaman tamamlanamayacak çocukların burukluğunu seyredin.

Anneanne, babaanne ya da bakıcı teyzeler, en ufak bir kötü niyetleri olmadan, emanete zarar gelmesin, aman yavru sıkıntı yaşamasın, bir şey olursa annesine ne derim, kaygısıyla, çocukların rahat hareket etmesine engel oluyor. Kısıtlamalarının çocuğun zararına olduğundan haberleri yok, olsa bile yapabilecekleri başka bir şey yok. Vücuduna, sağlığına zarar gelmesin diye bu kadar tedirgin olan insanların bu korumacılıkları çocuklara daha çok zarar veriyor.

Anneler akşamları eve geldiklerinde, çocuklarının dizinde çizikler yok belki, üstleri de tertemiz, ceplerine girmiş bir kum tanesi bile bulamazsınız… Görünürde her şey yolunda… Ama bir daha geri gelmeyecek en kritik gelişim dönemleri uçup gitmiş, içlerindeki yaşama sevinçleri dizginlenmiş, heyecanları örselenmiş, merak duyguları köreltilmiş… Bu kayıpların bıraktığı izler çocukların görünür yerlerinde değil belki.

Kendi kimliğini bulamayan halleriyle büyüdüklerinde, ruh dünyalarına kazınan çizikler görünür olduğunda, çözüm için geç kalınmış olmayacak mı?


Bunlar da ilginizi Çekebilir

21 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz