Hayalet Erkekler

“Kadının asli görevi anneliktir. Kadın zorunluluk yoksa çalışmasın, evine dönsün, kadınlığını yapsın, aileler aile olsun.” …

“Kadın üretkendir, evde oturmasını beklemek çağdışıdır. Kadın ne pahasına olursa olsun çalışmalıdır.”…

Son günlerde kadının çalışması çok tartışılan bir konu… Bir türlü anlayamadığım nokta şu; bu sorgulama sürecinde erkeklerin dokunulmazlığı nedendir? Her ortamda, her durumda kadınların çalışması konusuna odaklanmışken sözü ne zaman erkeklere getireceğiz? Kadının birinci görevi annelik ve kadınlık… Peki, erkeğin birinci görevi nedir? Erkeğin de asıl görevi doğasına uygun sorumluluklar ve babalık değil midir? Kadınların güvenemediği erkekler yüzünden kendilerini dışarıya attıkları bir toplumda erkeklerden hiç bahsedilmeyişin nedeni nedir?

“Eve ekmek getiriyorum.” cümlesinin arkasına sığınıp, bunun ötesinde yapacağı ve yapmayacağı her şey için kendini haklı gören bir erkeğin, görevini yerine getirdiği söylenebilir mi? “Akşama kadar yoruluyorum zaten, kafam şişti.” deyip, baba özlemi çeken çocuklarını eşine doğru ittiren, televizyonun karşısında haberdi, maçtı saatlerini geçiren bir adam, faturaları ödüyor diye aile reisi olma vazifesini yaptığını iddia edebilir mi?

Baba olmadan, kadının annelik yapmasının çok zor olduğunu söylüyor uzmanlar. Günümüzde babalar nerede? İşte mi? O zaman, işten gelince nerede peki? Baba gün boyunca yok, akşamları da varlığının kimseye hayrı yok iken; bu hayalet babalarla o yuvada yetişen çocuklardan kime ne hayır gelir? Yıllar sonra büyüyüp de evlendiklerinde hayalet babalarından öğrendikleri güvensizlikleri, sevgisizlikleri eşlerinden görmemek adına çırpınan ve bir kez daha güvenleri sarsılan kadınları kim suçlayabilir? Güvenemediği eşleri yüzünden ellerinde maddi güvence tutabilmek adına bir arayış içinde kadınlar. Erkekler bu hazin tablonun farkında mı acaba? Aile kavramı insanın kendini en güvende ve huzur içinde hissedeceği yer olması gerekirken neden eşinden gizli banka hesabı açtıran kadınlar var?

Ben üç yıl önce iki diplomaya sahip bir şekilde işten ayrılma kararı aldım. Bir bankamatik kartımın olamayacağı pahasına da olsa… Çalışmadığım bu süreçte eşim her aldığımı başıma kaksaydı, her adımımın hesabını yapsaydı ben bu kararımda huzurlu olabilecek miydim? Eve geldiğinde bana emreden, zulmeden bir eşim olsaydı, evde yemek yapmaktan keyif duyabilecek miydim?

Kadınların sabahın en erken saatlerinde yollara düşüp, gece vakti evde olmalarından, nefes nefese halleriyle bir de evde koşturmalarından yana değilim, yüreğim sızlıyor. Çünkü kendim yaşadım… Kadının fıtratında evinden böylesine uzakta olmak yok. Hele hele koklamaya kıyamadığı yavrusunu birilerine emanet edip, içinde derin bir sızıyla, gözlerinde yaşlarla iş yerinin yolunu tutmaya bence hiçbir kadın hevesli değil. Ama ya işi bırakıp evde olsa, eşi akşam geldiğinde ona sanki evin hizmetçisiymiş gibi davranıp, yapamadığının hesabını sorsa, yaptığına burun kıvırsa… “Sen evde yatarken, ben dirsek çürüttüm.” deyip, ayaklarını uzatıp uyuklayana kadar televizyon seyretse… “Ben o parayı nasıl kazanıyorum, sen biliyor musun?” deyip, beğenerek aldığı bir bluzun on saat lafını etse… Söyler misiniz bu kadın neden evde olmak istesin?

İş dünyasının zorlayıcı etkilerini en derin şekilde yaşamış biri olarak, evliliğimin ilk iki yılını yaşanmamış sayıyorum ben. İşin ağırlığından, mesai saatinin uzunluğundan ziyade yaşadığım ruhsal sıkıntılar… Ruhuma ters giden, beni yoran pek çok şey... Böylesine bir çalışma hayatı kadınlık fıtratıma tersti, bu yük fazla ağırdı… O uzun ve stresli yılların sonunda onulması zor yaralarım var şimdi: Savunmacı, sabırsız, güvensiz tavırlarım var… Modern hayatı ve kadının ne pahasına olursa olsun çalışmasını dayatan toplumun şimdi bana ne faydası var? Kim öder benim stres dolu geçen, yitip giden yıllarımın bedelini? Cüzdanım dolarken, ruhumdaki güzellikleri boşaltan günlerin telafisini şimdi kim yapabilir?

Kadın modern hayatın bütün pırıltılarından, prestijinden sıyrılıp akşam evine geldiğinde kendisiyle ve ailesiyle baş başa… Kariyer, iltifatlar, dışarıda giydiği şık çizmeler, pahalı takıların ışıltısı ve işin güzel yanları dışarıda kalıyor. Kapıyı kapattığı anda işin bütün olumsuz yanlarıyla birlikte ev, yemek, iş, çocuk, eş… Kadının kadınlık ve annelik yapmaya vakti yok, gücü yok. Hep yoğun, hep yorgun…

Bunca yoğunluğa ve yorgunluğa, yüzüne bakmaya katlanamadığı nice kişilerden gördüğü saldırgan davranışlara, hakaretlere göz yummak pahasına da olsa kadını çalışmaya iten, erkeğin ona sahip çıkmaması ve güvensiz tavırları değil midir? Belki de bu kabullenemediği öfkenin sonucu dış dünyada mutluluk arayışıyla, çalışan kadın iş hayatında sosyalleşme umudunda; çalışmayanlar ise sanal ortamlarda arkadaşlıklar peşinde. Çünkü erkekten değer göremiyor ve kimseye güvenemiyor kadın.

Kadının fıtratında değer görmek var, fark edilmek… Evini tek başına geçindiren bir kadının, her türlü durumun üstesinden gelip, çalışmak zorunda kalması anlaşılabilir. Ya maddi durumu yeterli olanlar? Evinde fark oluşturmayan ve fark edilmeyen kadın paraya ihtiyacı olmasa da kendini dışarıya atıyor. Kendini değerli hissedebilmek için, değer görebilmek ve mutlu olabilmek için çalışmak istiyor. Sanki her şey dışarıda üretilmeliymiş gibi, çalışmayan kadınlar çağdışıymış, beceriksizmiş gibi. Bir yol konulmuş önümüze, özgürlük, çağdaşlık diye, yitip giden kadının fıtratıyla birlikte sağlığı ve mutluluğu oluyor. Her gün sosyal bir ortamda bulunmanın verdiği etkiyle yeni harcamalar ve sonrasında daha çok kazanma zorunluluğu doğuruyor kendine kadın. Tüketim toplumunun kurbanı olarak daha iyi giyinmek, daha iyi yaşamak uğruna evinden daha da uzaklaşıyor. Böyle olunca kadın geç saatlere kadar dışarıda, erkek de keza öyle. Peki, aile nerede?

Evler akşamları yemek, içmek, uyumak gibi temel ihtiyaçların karşılandığı bir otel haline geliyor, çocuklarda aile aidiyeti ve güven duygusu gelişemiyor. Bu da pek çok şeyin eksikliğini ortaya çıkarıyor. Sorunlu ailelerden sorunlu erkekler çıkıyor; bunlar geleceğin aynı tahammülsüz, ilgisiz babalarına dönüşüyor. Baba desteği olmayınca evde anneliği annesinden görmeyen kızlar, geleceğin anneliği hissedemeyen kadınları haline geliyor. Hayalet baba, mutsuz anne, mutsuz çocuklar, mutsuz nesiller… Bu nesillerden oluşan yeniden mutsuz aileler, mutsuz çocuklar… Aileleri bu çıkmaza sokan şey; modern hayatın tüketimi artırıcı etkisinden daha öte erkeğin bu süreçte kadını hayat içerisinde yalnız ve savunmasız bırakması.

Günümüz annelerinin mutsuzluğunun ilacı, çöken ailelerin şifası uzakta değil, kendi kültürümüzün derinindeki baba rolünde saklı: Emanetin hakkını vermek…

“Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız…” diyen bir Peygamberin (s.a.v.) dinine inanan erkeklerin üzerine eş ve baba gömleği giymeden önce kendine sorması gereken şu değil midir?

“Yarın bu yavruları ve aileyi bana emanet eden Yaratıcı ‘Emanetlerime ne yaptın?’ dediğinde ben ne cevap vereceğim?”

 

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

56 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz