İlk Postam

İnsan ne yazarsa yazsın, ne söylerse söylesin, hep kendi kişisel menkıbesini anlatır. Ben de sizlerle kendi menkıbemi paylaşacağım. Özellikle de son zamanlarda doğumla ölüm arası yaşadığım olaylar zincirinin en zayıf halkalarını…

Amacım birilerine akıl vermek falan değil, sadece kendi iç sesimin volümünü açmak. Tabi ses yüksek olunca da herkesin duyması kaçınılmaz. Yüksek sesle müzik dinleyen daire sakinlerini uyaran yöneticiler gibi, bana kızmanız mümkün. Ama Levent Kırca’nın dediği gibi “tam yerine rast geldi manzara koyduk…” diyerek sizlerle başıma gelen acı ve üzüntülü şeyleri zarfa koyup KKK(Kaderin Kapalı Kutusu) hızlı servisine postalamak istiyorum. İşte bu ilk postam…

Doğrusu çok heyecanlıyım. Çünkü 4 ay önce gelmesiyle bizi mutlu eden oğlum Bekir Berk ve 2 ay önce gitmesiyle bizleri üzüntüye gark eden annem, duygularımın karışıklığının müsebbipleri…

İşte durduğum yer. Doğum ve ölüm meydanı…

Sözün çekiciliği ve cezp ediciliği karşısında inanılmaz hazlarıma hâkim olamayıp duygularıma nankörlük mü yapıyorum? Kaç kez inanmadığım yazıların altına imza attım sözün kuvvetli çekim gücü uğruna?... Yoo, hiç biri. Hayatla arasına hiçbir kuralın girmesine müsaade etmeyecek bir yüreğin sesi bu.

“2011’in Temmuz’u bu sene çok sıcak geçti. Mevsimsel ısı böyle söylüyordu, ama benim açımdan manevi sıcaklığı çok daha etkiliydi. Çünkü Bekir Berk 2.ayını tamamladı. Gözümün nuru annem 10 Temmuz Pazar gece 2’de vefat etti. Gelen misafirleri tek tek havaalanından ve otogardan uğurlamak bana düştü. 19 Temmuz günü Bekir Berk 3 tane aşı oldu. Benim loğusalık ataklarım geçmedi ve evimde yalnız kalmaya başlayamadım.

Evet, sıcak bir Temmuz ayı geçirdim. Duam o ki, Rabbim daha beterinden korusun. İmtihanlar bazen zor yerden olabiliyor. Hepsi Rabbimden ve ben sadece sonsuz hamd edebiliyorum. “Ne olur Rabbim, kaldıramayacağım yük yükleme, verdiklerin karşısında dayanma sabrı ver, bu zorluğun üzerine bir kolaylık ve güzellik ver.”

Ne mutlu ki unutma gibi bir huyumuz var, Rabbimin biz insanlara büyük bir lütfû…

Allah’ım ne olursun, güzel günleri yakınlaştır. Hayırlı işler yapmamız için önümüzü aç. Merhametini, yardımını ve inayetini üzerimizden eksik etme. Babama hayırlı ömürler ver. Kardeşlerimi her türlü zorluklara karşı koru, hepsinden önemlisi Sana layık kul eyle bizleri.

Aslında çok üzüntülüyüm, ama ne yazacağımı kestiremiyorum. Sanki her şey benim için durdu, hayatın tadı kaçtı, yaşam anlamını yitirdi… Fakat bana ihtiyacı olan minik bir yavrum var, o bana Rabbimin hediyesi ve emaneti. Onun için zorluklara karşı direnmeli ve mukavemet göstermeliyim. Onun için sağlıklı olmalı ve kendimi toparlamalıyım.

Dahası kardeşlerimin de bana ihtiyacı var. Rabbim ne olur, bana güç kuvvet ver, Senin rızan için emanetlerine sahip çıkmak istiyorum, işimi kolaylaştır. Sevenlerimi üzmeme izin verme Allah’ım. Onların da gücünü azaltmayayım, Sen bana yardım et Rabbim. Her zaman Senin yardımını yanımda hissettim, bu Temmuz sıcağında da bunu çok daha iyi anladım.

Her şey Senden ve Sen her şeyin sahibisin, bense sana teslim olmakla huzur bulan bir abdi acizim. O acı haberi duyduğumda verdiğin iç huzur, gösterdiğim teslimiyet çok güzeldi. Ne olur ellerimi bırakma Rabbim…” (19 Temmuz 2011 Salı- bizim ev) Kendine tutunmanın tek yolu niyazdır. “Dualarınız olmasaydı ne öneminiz vardır.”

Bu, KKK hızlı servisine postaladığım ilk itirafım. Belki de bugüne kadar yaşantı, yanı başımdan kelimelerin kanatlarında hızlıca akıp gidiyordu. Ben, bilgisayarım ve kitaplarım… Kelimelerden inşa ettiğim soyut bir dünya… El değmemiş, güneş görmemiş. Dışarıda baharın ilk gülü kaç kere açtı acaba?

İlk kelebek kaç kere geçti oturduğum apartmanın bugüne kadar fark edemediğim arka bahçesinden? (bizim evin arka bahçesinde daha neler olduğundan bahsedeceğim) Bense gül ve kelebek üstüne ne kadar çok yazılar okudum ve yazdım… Gül ve kelebeği tanıdığımı iddia ediyorum? Hâşâ… İşte doğum ve ölüm arası yaşadığım son olaylar bu itirafı yaptırdı bana.

Belki de bugüne kadar yaptıklarım içimdeki çöl yangınını söndürmek için gördüğüm serapların yansıması… Bir ses ararken, başka seslerle konuşmam. Ödünç sesler, ödünç kelimeler. Tümü düne dair sözcükler. Mevlana, düne dair ne çok sözün var olduğunu, “dün, dünle beraber gitti cancağızım.

Ne kadar şey varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım” diyerek, yeni şeyler söylemenin zamanı geldiğini vurguluyor. İnşallah ben de yeni şeyler söylemek için bu yeni sitede sizlerle birlikteyim. Siz de yeni şeyler duymak isterseniz bu beraberliği sürdürün.

Aşk olmadan meşk olmuyor. Müşterisiz meta zayi. Sanat rağbete müsavi gidiyor. Kullanılmayan güzellik ekşir, dağıtılmayan sevgi bozulur. Çünkü sanat bir gösterge. Bir göndereni ve bir gönderileni var. Bu yüzden arasına kalem sıkıştırılmış defter ve bir şişe yetmiyor ıssız adadaki yalnızı kurtarmaya. Bir de alıcı gerekiyor. Görünmeyen kahraman.

Tüm görünmeyen kahramanlara selam ve dua… Bir daha ki yazıda görüşene kadar hoşça bakın zatınıza…

Mine İzgi

mineizgi@mynet.com

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

75 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz