Kara Delik ve Tûl-i Emel

İnternette karşılaştığım güzel ve anlamlı bir video var: “The Black Hole”, yani Kara Delik:

Genç bir adam işyerinde mesaiye kalır. Yorucu günün üzerine elindeki kahvesini içerek, fotokopi çekmek üzere fotokopi makinesinin başına gelir. Makine istediği sayfayı bir türlü çekmez ve uğraşları sonucunda üzerinde koskocaman siyah daire olan bir kağıt çıkarır. Yanlışlıkla bu siyah daire üzerine elindeki bardağı koyunca fark eder ki, bardak içeri düşüyor, elini uzatsa eli içine giriyor. Anlar ki bu bir delik. Her zemine koyup içeriye ulaşabileceği bir kara delik… Hemen odadaki çikolata makinesini fark eder ve üzerine kağıdı koyup, içeriden bir çikolata alıp yemeye başlar. Keşfi sayesinde büyük bir sevinç içerisindeyken, o anda gözü patronun kilitli odasına takılır. Hızlıca kağıdı kapıya koyarak elini içeriye uzatır ve kapıyı açar, hedef tabii ki kasa. Hemen kara deliği kasanın üzerine koyar ve elini uzatır, bir deste para çıkartır, sonra bir deste daha… Yetmez, kolunu iyice sokar içeriye, destelere yenilerini ekler ama bu da yeterli olmaz. En sonunda beline kadar kasanın içine girer. Sonra ne olur dersiniz? Aynen tahmin ettiğiniz gibi bu da yetmez tamamen içeriye girer, artık genç adam kilitli kasanın tamamen içindedir paralarla birlikte, hepsine sahip olmuştur ama kağıt yere düşer…

Bu hikâye size tanıdık geldi mi bir yerlerden? Her gün doyurmaya çalışıp, bir türlü doyuramadığımız hırslarımıza nasıl yenik düştüğümüzün, kimi zaman özgürlüğümüzden hatta kimi zaman da canımızdan olduğumuzun bir örneği değil midir bu video?

Ünlü bir alışveriş merkezinin reklam sloganını gördüm afişlerde. “ Kendinizi kaybederken, aradığınız her şeyi bulacaksınız.” İnsanları alışveriş çılgınlığına itmek için belirlenmiş dâhiyane(!) bir slogan… Alacak, alacak, çılgınlarca alacaksınız, hatta cüzdanınızda para bitecek ve hala alacaksınız, kredi kartlarınızın limitleri dolana kadar alacaksınız, sonrasında borç bulup yine alacaksınız. İşte kendinizi kaybettiğiniz an…

Kendinizi kaybettikten sonra anlamı var mı her şeye kavuşmanın? Kasanın içinde kilitli kaldıktan sonra önemi var mı büyük bir servete sahip olmanın? Aradıklarımızı buldukça ve istediklerimize ulaştıkça kaybettiğimiz benliğimiz oluyor… Kaybettiğimiz kimlik cüzdanlarımız ne kadar önemlilik arz ediyor hayatımızda, ya bulunursa, çalınırsa, kötü işlerde kullanılırsa kaygıları düşüyor içimize ve yasal zorunluluk olarak ilan veriyoruz gazetelere “Kimliğimi kaybettim, hükümsüzdür. ” diye. Kaybettiğimiz her şey hükmünü yitiriyor, geçerliliğini kaybediyor. Geçerliliğini kaybetmek pahasına da olsa nasıl vazgeçebiliyoruz kendimizden?

Öyle büyüyor ki hayatımızdaki kara delik, uçsuz bucaksız haliyle hepimizi içine sürüklüyor. Kaptırıyoruz elimizi, kolumuzu, sonra tüm bedenimizi ve ruhumuzu… Değil büyük mutluluklar, küçük sevinçlerimiz bile uzaklaşıyor bizden. Kara deliklerde kaybediyoruz tebessümlerimizi.

Tasavvufta bir kavram vardır, hırs, açgözlülük, tama; bitmez tükenmez hırs ve arzu anlamına geliyor. “Tûl-i emel”… Hiç ölmeyecekmiş ve sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi bağlıyız maddi varlıklara. Yetinemiyoruz bir türlü… Bunun zıddı olan “Kasr-i emel” ise kanaat ve tok gözlülük anlamına geliyor. Gözlerimiz o kadar aç ki, değil üç öğün, on öğün yedirsek de doyuramıyoruz. Türlü ziyafetler sunuluyor da her gün, yine aç kalkıyor sofralardan gözlerimiz. Büyüklerin “Gözünü toprak doyursun.” demeleri belki de bu yüzden.

Eskiden gaz lambalarının ışığında çalışırdık, diye anlatır annem, babam… Hırsların az olduğu, kanaatin kıymetinin bilindiği yıllar… Çünkü imkânlar az… Yaşamak için yetinmeyi bilmek zorundasın. Şimdilerde ise birbirinden lüks avizelerle her yer ışıl ışıl… Ama aydınlığın tersine öyle kararmaya başladı ki dünyamız. Her yanan ışıkta karanlıklarımıza yenileri ekleniyor… Daha doyumsuz, daha hırslı hale geliyoruz.

İmkânlar arttı, kazançlar daha da arttı. Eve bir maaş giriyorsa da tükeniyor, iki maaş giriyorsa da. Ne kadar çok kazanılıyorsa o kadar çok harcanıyor. Artan kazançlarımızla birlikte sahip olduklarımız da aratacaksa ve mutlu olacaksak, neden bu denli varlığa sahipken mutluluklar azaldı? “Hırs ile mutluluk, birbirlerini hiç görmezler.” der Benjamin Franklin. “İnsanların hırsı ve tamahı, mesut olmamalarının tek sebebidir.” diyerek hırsın mutsuzluk sebebi olduğunu destekler Fenelon.

Kendimizi kara deliklerde kaybetmeden kasr-i emele sahip olabilmek ümidiyle..

 





 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

1 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz