Kaybetmeden Önce... (Evlilik Okulu)

430566_308685999187023_1816551280_n3-150x1501

Evlilik okulunun ilk derslerinde affetmenin önemi üzerine yazmıştım. Sevgiyi koruyan şey bağışlamaktır. Hataları bağışlamadığımızda öncelikle kendimize zarar veririz, sonrasında sevdiklerimize zarar veririz.

Affetmediğimiz de bilinçli ya da bilinçsiz öç almaya çalışırız. Açık ya da sinsi cezalar uygular, çeşit çeşit cezalandırma metotları buluruz.

Kırıldıkça ufak ufak cezalarla başlarız. Biz kadınlar cezalandırmakta daha ustayızdır. Kadın beyni detaycı olduğu için plan yapmakta zorlanmaz. Kadın ince ince öç alır kocasından. Erkeğin en önemsediği konularda onu sinir edecek şeyler yapar. Cezalandırdığını fark ettirmeden cezalandırır.

Kocasının defalarca söylediği şeyleri inadına inadına yapar. Aslında ne yapması gerektiğini gayet iyi bilir fakat kocasına duyduğu kızgınlık onu mutlu edecek şeyleri yapmasına engel olur. Ufak ufak başlayan cezalar zamanla artar sevgiyi zedeler, tüketir. Gizli gizli, sinsi sinsi...

Mesela gece eve geç gelen kocaya sabah kalkıp kahvaltı hazırlanmaz, uyuyormuş numarasına yatılır, kocanın ütüleri yapılmaz. Erkek elektrik faturası fazla diye söylenir, kadın doğalgazı çok kullanır. Erkek yemeği az tuzlu sever, kadın tuzu biraz fazlaca atar. Erkek karısının kıyafetlerinde hoşlanmadığı şeyleri söyler, kadın onunla bir yere giderken kocasının en hoşlanmadıklarını giyer...

Erkek karısının evde bakımlı olmasını onun için süslenmesini ister, bunu defalarca söyler kadın kocasını her gün en paspal hali ile karşılar. Kadın kocasını telefonla arar erkek telefonu geç açarsa kadın da kocası aradığı zaman özellikle görmemiş duymamış gibi yapıp geç açar. Geç açmak nasıl oluyor görsün de bir daha yapmasın diye düşünür. Oysa kadının bu inat ya da kocayı umursamaz halleri kocaya hiçbir şekilde ders olmaz. Sadece erkek kendini karısının yanında değersiz olarak görmeye başlar.

Erkekler ince ince cezalandırma konusunda pek usta değillerdir. Onların cezaları daha nettir. Erkeklerin cezaları eşine duyduğu kızgınlığa göre değişir…Bağırıp çağırmak, surat asmak, ilgiyi kesmek, aralarına buzdan bir duvarı örmek ya da aldatmaktır.

Cezalandırdıkça da karı-koca arasındaki ilişki daha kötü bir hale gelir. Çoğu zaman yaptığımızı ceza olarak da adlandırmayız. “O bana öyle yaparsa ben de ona böyle yaparım.” şeklinde bir savunmamız vardır. Birbirini cezalandırırken sonunun nereye varacağını düşünülmez. Netice olarak karı koca birbirlerinden iyice uzaklaşır. Eşi cezalandırmak sevgiyi öldüreceği için aslında kendini cezalandırmaktır.

Sonra bağ olarak en yakınımızdakiler ruhen en uzağımızda olurlar. Sarılmak istesek sarılamayız, samimi olmak istesek olamayız. Cezaları yedikçe kırılır içimizde bir şeyler, ve cezalandırdıkça da kaybederiz sevdiklerimizi. Bu yüzden affedeci olmak çok değerli bir vasıftır.

Biz mükemmel olmadığımız gibi sevdiğimizde mükemmel değildir. Hatası olduğunda hataya odaklanıp onu cezalandırmak yerine, onun iyi huylarını hatırlayıp onların hatırına yanlışlarını görmezden gelmek gerek. Görüyorsa bile ceza kesmesek gerek. Yüzde yüz iyi yoktur; yüzde yetmişte iyiyi bulduysak, yüzde yetmişin hatırına yüzde otuz hatayı hoşgörü ile karşılamak gerekmez mi?

Bu cezalar ya evliliği bitirir ya da karı kocayı sevgisiz, muhabbetsiz bir hayata mahkum eder.

Bir gün eş gider. Ya ölür ya aldatır, ya başkasına aşık olur ya da boşanmak ister. İşte o zaman cezalandıran tarafın aklı başına gelir.

Ölüm halinde vicdan azabından başka yapacak bir şey yoktur. Gidenin arkasından bol bol dua ve hayır hasenat belki vicdan azabını biraz hafifletir.

Kadın için aldatılma halinde evliliğini kurtarmak; ancak diğer kadının, erkek için ne kadar değerli olduğu ile bağlantılıdır. Erkek diğer kadını sevmemişse kadının evliliğini kurtarmak istemesi halinde bir şansı vardır. O zaman kadın için eşini sinir etmek için yaptığı davranışları bir yana bırakıp ona değer verdiğini gösterme zamanıdır.

Fakat erkek aşık olmuşsa, yüreği başka bir kadın için çarpmaya başlamışsa artık yapacak bir şey kalmamış demektir. Kadın artık ne yaparsa yapsın yüreği gitmiş adamı geri çeviremez, gideni durduramaz. Bazı kadınlar bu durumda hatasını fark eder, yapacak bir şey olmadığını anlar ve sessizce çekilir.

Fakat bazı kadınlar da ümitsizce çırpınır, direnir. Kadın birden bire kocasına aşık olduğunu zanneder. Birden bire onun için her şeyi yapabileceğini fark eder. Her şeyi birden bire toparlamaya çalışır ve genellikle eline yüzüne bulaştırır. Aşırı iyi olmaya çalışır, aşırı tepkiler gösterir, aşırı süslenir…gibi.

Bir kuaför anlatmıştı. Kocasının hayatında başka bir kadın olduğunu duyan kadınlar, kuaföre gelip her şeyin en uç olanından yaptırmak istiyorlarmış. O güne kadar doğru düzgün kendine bakmayan kadın birden bire büyük bir değişim yaşayınca o değişim üzerinde sakil durur. Kocanın da hoşuna gitmez.

Erkek için de aynı durum geçerlidir. Erkekler karısı aldatınca genellikle ayrılmayı tercih ediyorlar.

Kadının aldatma ya da aldatılma olmadan ayrılmak istemesi ise genellikle kocasının ona karşı soğuk hallerinden, surat asarak, ilgi ve sevgisini keserek cezalandırmaya çalışmasından kaynaklanıyor. Cezadan bıkan kadın ayrılmaya kalktığında erkek de eşini ikna etmek için çabalıyor fakat bu çabalar çoğu zaman ayrılmayı kafasına koyan kadını geri çevirmiyor. Yapılan araştırmalarda boşanma taleplerinin çoğu kadınlardan geliyor. Kadınlar sevgisiz bir hayatı diğer şartlar yerinde de olsa devam ettirmek istemiyorlar.

Ayrılık durumunda genellikle eşler önce evliliği kurtarmak için bir şeyler yaparlar, kurtaramayacağını anlayan da evliliğinde yaptığı gibi ayrılık safhasında da eşi cezalandırmaya devam ederler. Saldırganlaşırlar, tehdit ve şantajla karısını ya da kocasını ayrılmamaya ikna etmeye çalışırlar. Ayrılırlarsa arkasından hakaret, küfür, iftira ile eşe zarar vermeye çalışırken en çok kendilerine zarar verir, kendilerini küçük düşürürler.

Hele ki gönlü başkasına gitmiş bir eşin bedeninin onun yanında kalması kimseyi mutlu etmez. Eşinin başkasını sevdiğini bilen içten içe kendini yer, bitirir. Bu durumda onu zorla tutmaya çalışmak kişinin kendine yapacağı en büyük kötülüktür.

Velhasıl evlilik hayatı içinde karı-koca iyilikleri görüp kıymet bilmeli, hataları hoşgörü ile karşılamalı, eşi cezalandırarak sevgiyi tüketmemelidir. Yoksa eşi kaybedecek zaman durumu toparlamak oldukça zor, bazen imkansızdır. Bu durumda eşi onu gerçekten sevdiğine inandırmak ise en zorudur. Kişi eşi kaybedeceği zaman gerçekten sevdiğini mi anlamıştır yoksa hırs yapıp sadece kaybetmemek için mi çabalıyordur, eş bundan bir türlü emin olamaz.

Aslında duruma bir de şöyle bakmak lazımdır. Kıymet bilmeyen eşler belki de Allah (c.c) ın “Verdiklerimin kıymetini bilir, şükrederseniz nimeti artırırım, nankörlük eder şikayet ederseniz elinizden alırım.” sözünün muhatabı olmuşlardır. O zaman yapacak tek şey yaşananlardan ders almaktır. Aynı şeyleri yeniden yeniden yaşamamak ve aynı imtihanla yeniden sınanmamak için. Kaybetmeden önce kıymet bilmek her açıdan en akıllıca olan.

www,cocukaile.net

 

 

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

19 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz