Kendime Kıyamıyorum

yarım elma

Bir türlü karar veremiyoruz. Çevremizde bize söylenen alternatifler arasında kaybolup gidebiliyoruz. Bazen söylenen kişi bizi allak bullak ediyor. “Yaşı da çokmuş ya... O kadar da olur mu?” diyebiliyoruz. Bazen “Pek de çirkinmiş buna mı layığım?” diye içimizden geçiriyoruz. Okuduğum okulların, bulunduğum konumun yanına gitmez. Benim aileme yakışmaz. Yanımda bir duruşu olmalı. Beni taşımalı…Kariyerimin yanına yakışabilir biri olmalı...deyip dururuz.

Özellikle evliliği geciktirenlere dikkat edin. İki uçlardayız. Ya çok sevebilen ya da sevemeyen kişiler… Çok sevenler daha şanslı aslında, en azından duygusu var fakat diğer kısımda olanlar ciddi problem. Dünyalığın her ne kadar inkarda etseler hücrelerine kadar kapladığı profil. Benim isteklerim ne mevki, ne makam, ne ev, ne araba, ne de güzellik derler dururlar… Yalnız tercihlerimiz bu tuzağa düşürür bizi.

Erkek veya kadın fark etmiyor bu durumda. Her ikisi de cinsiyetine göre uç tercihlerde bulunabiliyor.

Yaşı geçmiş genel özellikleri ortalamanın biraz üstündeki erkeklerin genel takıntısı, güzel eştir. İşi iyidir, kariyeri vardır, para da kazanıyordur. Ailesi de ortalamanın üstündedir… İşte bu kadar iyiye layıktır bir güzel…Fakat nedense bulamaz yerde gökte… Neden bulamaz biliyor musunuz? Kendisini kıyamadığı için. Kendisini çok sevdiği için. Kendisine aşık olduğu için… “Kendini sevmek” olayını o kadar pohpohladılar ki narsistliğin eşiğinde normalleştirilmiş, şişmiş bir ego ortaya çıktı…

İşi ve kariyeri var, güzel de bir kız ama evlenmiyor. Onu getiriyorlar, bunu getiriyorlar “cık, yok”. “Boyu kısa, benden az alır bu, ailesi pek iyi değil, giyinişi de rüküşmüş”….olmaz olmaz olmaz….Peki neden? Kendisini kıyamaz.Kendisini o kadar sever ve beğenir ki….Alttan alta büyüyen egosu ona ciddi çelme takmıştır…

Bu duygu onu öyle besler ki gerçek hayattan uzaklaşır. Kendi içinde ürettiği balonun içinde döner durur… Bu iki tipi de akvaryumdaki balığa ve kafesteki kuşa benzetiyorum... Balık zanneder ki akvaryum kadar alan var… Kuş çırpınsa da çıkamayacağı gerçeğini bilse de çıkamaz kafesten. Özgürlüğü gitmiştir. Aslında çabaladığı takdirde kafesin tellerine çarptığında anlar. Hayatı bunlardan ibaret zanneder. Gider gelir, gider gelir...

Biz normal şartlarda evlenmeyi geciktiren arkadaşlar! Kendini fazla sevenler, kendimiz sevmekten biraz taviz verme zamanı gelmedi mi?

Kendimizi fazla düşündüğümüzden azıcık bile olsa başkasını hayatımıza alma zamanı gelmedi mi?

“Ben böyleyim, beni böyle kabul et, neysem o” ifadesinin saçmalığı kadar bir ifade var mıdır acaba?

Bencillik dolu, egoist temelli, enaniyet kokan bir ifade… Evlilik müessessinin altına konan dinamit ifadelerden birisi olduğunu düşünüyorum… Bunu çok dillendirenler de narsistlik tohumları çimlenmeye başlamıştır…

Evlilik, mehter ritimleri gibi iki adım, bir geri olması gereken bir durum asgaride… Herkes bir adım atmadığı takdirde huzurun bulunamayacağı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyor… Herkes bir adım attığı takdirde ortada buluşulup, yola birlikte devam ediliyor. Yoksa “Ben Böyleyim” diyerek inat ettiğin takdirde, yanında olan kişi sadece pusudadır. Daha sonra bu halinden o da hoşlanmayacak ve söylenmeye başlayacaktır…

Tabii ki karşındaki kişiye göre şekillen, temel özelliklerinden taviz vererek şeklini boz demiyorum. Bizi biz yapan temel değerlerden taviz vermek, zaten ikinci etapta bizi bizden götürür. Şahsiyetimizi zedeler. Kastettiğim daha insani tercihler, istekler, zaaflar boyutunda. İlgi duyduğu, sevdiği kişiye göre onun hassasiyetlerine göre bazı adımlar atabilir insan. Bazen olmaz olmaz dediğiniz bir şey bile rahatlıkla olabilir bu durumlarda.

“Seni tanıdığım kadar seviyorum, tanımadığım kadar da güveniyorum” diyebileceğiniz kısmetli günler diliyorum…

Özellikle paylaşmak istediğiniz konular ve tespitleriniz için 2elmayarim@gmail.com e-posta adresini kullanabilirsiniz

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

15 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz