Susarak Konuşmak

ismail aybey (1)Günümüzde her ne kadar konuşmak, lafazanlık prim yapsa da atalarımız, “Söz gümüşse sukut altındır” diyerek susmanın daha makbul olduğunu belirtmişler. Bazen susmak, susarak bir şeyler anlatmak iletişimin en güzel yollarından birisidir. Zaman zaman hepimizin başına geliyor. Konuşmaların çare olmadığı, ne yapsak karşımızdaki insana laf anlatamadığımız zamanlarda bu yola başvuruyoruz. Mevlana ne güzel söylemiş: “Ne kadar konuşursan konuş, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.”

Susuyoruz, susarak konuşuyoruz. Susarak anlaşmaya çalışıyoruz. Tabi kolay bir yol değil bu. Her insan yapamaz susarak konuşmayı. Mesela erkekler fazla beceremez. Susarak konuşmaya en çok başvuranlar, şüphesiz kadınlardır. Erkekler genellikle kadınların çok konuşmasından şikayet ederler. Fakat bilen bilir, kadının susması çok konuşmasından daha kötüdür aslında. Çünkü kolay kolay susmaz kadın. Bir yerlerden yara almıştır, acı çekiyordur susuyorsa.
Şener ŞEN’in Efsane filmi “Eşkıya”da Keje karakterini oynayan kadın, sevdalısı eşkıyanın hatırasına ve haksızlığa karşı 35 yıl susarak tepksini igösteriyor. 35 yıl sonunda, _ta ki eşkiyayı (Şener ŞEN) görünce- konuşmaya başlıyor. Eşkıyanın gideceğini görünce de: “Sen git Baran, ben yine susarım…” diye tepkisini ortaya koyuyor.
Cemal SÜREYA, “Kadın susarak gider” diyerek bu konuyu ne güzel anlatıyor: Yüreğindeki bavulları toplamıştır, kafasındaki biletleri almış ve aslında bedeni orada durarak, ilişkiden çıkıp gitmiştir. Kadın, gerçekten gitmişse, çok sessiz olmuştur ayrılışı, kimse hissetmeden, kapıları vurup kırmadan gitmiştir. Her akşam eve geldiğinde, kapının açıldığını gören adam anlamaz ama bir kadın sessizce gider. Ne mutfağında yemek pişiren, ne yan koltukta televizyon izleyen, ne gece ruhunu kenara koyarak yatakta uyumaya çalışan kadın, artık o kadındır. Bir kadının çığlıklarından, kavgalarından korkmamak gerekir, çünkü kadının gidişi sessiz ve asildir.

SUYU TAŞIRMAYAN GÜL YAPRAĞI
Konya’da Mevlevihaneleri gezdiğimizde, Mevlevi dervişlerinin susarak konuştuklarını anlattı rehberler. Mesela dergahta deneme süreci için başlayan bir derviş adayı beğenilmezse kendisine “git” denmiyormuş da ayakkabıları dışarıya doğru çevriliyormuş. Ne güzel bir incelik.
Bu kadar susarak konuşmaktan bahsettik, yine Mevlevi dergahından susarak konuşmaya bir örnek hikayeyle yazımızı bitirelim.

Dergahın kapısı hikmeti arayan herkese açıktı. Dergaha, hakikatin peşine düşen herkes kabul ediliyordu. Dergahta geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Bir gün dergahın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Bu kapıda sessizce ve sezgiyle buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki mürid, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı dergaha girmek, fikir halkasına dahil olmak, burada kalmak istiyordu. Kapıyı açan mürid bir ara kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla geri döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Mürid elindeki dolu su kabıyla şunu demek istiyordu: Dergahımız yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doludur.

Bu durum karşısında yabancı, dergah bahçesindeki güllerin yanına gitti, güllerden bir gül yaprağını alarak kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su bir damla dahi taşmamıştı. Bu durumu gören mürid saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Hal dili ile şöyle denilmişti: Dergahta suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.





Bunlar da ilginizi Çekebilir

3 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz