Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Adaleti Nedir? (1)

sema"Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" ve "Toplumsal Cinsiyet Adaleti" son yıllarda en çok duyduğumuz teorilerden biri. İkisi arasında hiçbir fark yok. Sadece küçük bir kelime oyunu var, içerik ve söylemler birbiriyle aynı. Toplumsal cinsiyet eşitliği daha yaygın kullanıldığı için toplumsal cinsiyet eşitliği demeyi tercih ediyorum.

Üniversite öğrencilerinden ara ara toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında sorular geliyor. Ödev verildiğini ve hangi kitaplardan faydalanabileceklerini sorup benden kitap adı istiyorlar. İki sebepten cevap veremiyorum. İlki mesajların pek çoğuna cevap verecek zamanım olmuyor. İkincisi, kitap adı vermiyorum çünkü bu konuda yazılan kitaplar hep cinsiyet eşitliğinin ne kadar harika (!) bir teori olduğunu anlatıyor. Hatta “Cinsiyet Eşitliği Dünyayı Kurtaracak” isminde bile kitaplar var fakat bu konuda eleştirel yazılmış bir çalışma dışında kitap göremedim. Toplumsal cinsiyet eşitliğini eleştiren kitapların bir an önce yazılması lazım.

Dindar insanlar, toplumsal cinsiyet eşitliği teorisi ile neslin bozulmasından ve eşcinselliğin yayılması tehlikesinden korkuyorlar. Bu haklı bir korku. Ve tehlike sadece bunlarla sınırlı da değil.

Hem bu konuda bilgi sahibi olmak isteyen okuyucularım için hem de öğrenciler için bir yazı dizisi başlamaya karar verdim. Toplumsal cinsiyet eşitliğine eleştirel bir gözle bakabilmek adına.

Okumuş olduğum kitaplardan, araştırma sonuçlarından ve basında çıkan yazılardan sizlere ara ara bilgiler aktaracağım inşallah.

Cinsiyetler üzerinden küresel bir savaş

Küresel güçlerin, feministler aracılığıyla Batı ülkelerinde başlattığı cinsiyet savaşlarına uluslararası sözleşmeler vasıtası ile ülkemiz de dahil edildi. Kadına karşı şiddeti önleme adı altında “toplumsal cinsiyeti” odağına alan 1979'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen CEDAW sözleşmesini Türkiye’de imzaladı. CEDAW, dan sonra ülkemizde toplumsal cinsiyet konusunda çalışmalar başladı. Fakat Müslüman bir toplum olduğumuz için toplumsal cinsiyet konusunda BM’nin beklediği değişimler yeterince toplumda kabul görmediği için bu kez “İstanbul Sözleşmesi” girdi devreye. 2011 de imzalanan İstanbul Sözleşmesi ile toplumsal cinsiyet çalışmaları her alanda hız kazandı.

Yapılan araştırmalar kişilerin en az bilgi sahibi olduğu konunun kendi cinsiyet özellikleri olduğunu gösteriyor. Bu konuda çocuklar ve gençler daha savunmasız durumdalar. Kendi cinsiyet özelliklerini bilmeyen kişi cinsiyetlerin yok edilme savaşında savunmasızdır. Cinsiyetinden kaynaklanan yaratılış farklılıklarını bilmek ve kişinin taşıdığı cinsiyetin özelliklerini ve güzelliklerini bilmesi cinsiyeti korumak adına önemlidir. Cinsiyet düşmanlarının tuzaklarından haberdar olmak ve bilgi sahibi olmak da mutlak gereklidir.

Cinsiyet Nedir?

Cinsiyet; erillik ve dişilik arasında genetik, biyolojik, fizyolojik ve psikolojik farklılık gösteren özelliklerdir. Cinsiyet kişinin fıtratıdır, yaratılış yazılımıdır.

Kadın ve erkek birbirinden farklı özelliklerde yaratılmıştır. Aynı cinsiyette olanlar, temel davranışları belirleyen pek çok ortak özelliği bünyelerinde taşırlar. Cinsiyet, karakter gelişiminde de belirleyici bir etkendir. Doğuştan gelen cinsiyet özellikleri, kişilerin cinsiyet rollerini de belirler.

"Toplumsal Cinsiyet" Nedir?

Toplumsal cinsiyet: "Kadın ya da erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlamları ve beklentileri ifade eder." (1) diye tanımlanıyor.

Toplumsal cinsiyet sonradan öğrenilen ve cinsiyete toplum tarafından biçilen rol, sorumluluk ve davranış beklentilerini kapsayan bir terim olarak kabul ediliyor.

“Toplumsal cinsiyet” kavramı “cinsiyet” yerine kullanılmaya başlanan politik bir kavramdır. “Cinsiyet” kelimesi yaratılışa bağlandığı için cinsiyete açılmış savaşta cinsiyetin karşısına “toplumsal cinsiyet” kavramı çıkarıldı.

Bu iddiaya göre cinsiyet ikiye ayrılmaktadır.

Doğuştan getirdiğimiz biyolojik cinsiyet

Sonradan toplumun yüklediği cinsiyet

Toplumsal cinsiyet kuramcıları, toplumun kadınlara ve erkeklere uygun gördüğü, davranışlar ve sorumlulukların toplum tarafından “toplumsal cinsiyet kalıp yargılarına” dönüştürüldüğünü ve cinsiyet rollerinin kişinin doğasında var olmadığını bu kalıp yargılardan etkilendiği iddia ediliyor.

Örneğin kadınların ev işleriyle ilgilenmesi ya da çocuk bakımını üstlenmesi gibi beklentilerin kişinin cinsiyetinden kaynaklanmadığını ailenin ve toplumun yüklemesi neticesi gerçekleştiğini iddia ediyorlar. Yani toplum yüklemese kadın doğurduğu çocuğun bakımını yapmayacakmış. İnek bile doğurduğu yavruya bakıyor da kadın doğurduğu evlada toplum bakmasını beklemese bakmayacakmış. Aman ne de bilimsel teoriler bunlar! Toplumsal cinsiyet eşitliğinin saçmalıklarını yazı serisi devam ettikçe yazmaya devam edeceğim inşallah.

"Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" Nedir?

Toplumsal cinsiyet eşitliği: Erkeklerle kadınların kamusal ve özel yaşamın tüm alanlarına eşit ölçüde yetkinleştirilmiş şekilde eşit katılımlarıdır.

Bu alanda yapılan çalışmalara göre, eşitliğin sağlanabilmesi için cinsiyet rollerin değiştirilmesi ve eşitlenmesini gerekiyor.Kadınların erkekler kadar dışarıda iş hayatında olması, erkeklerin kadınlar kadar ev işi yapmasının gerekliliği vurgulanıyor. Bunları yaparken de kadın ve erkeklerin güya toplumun yüklediği cinsiyet rollerinden vazgeçip, cinsiyetçi toplum mühendislerinin çizdiği yeni kalıplara girmeleri gerekiyor.

“Bu konuda kadınlara ve erkeklere atfedilen toplumsal cinsiyet kalıp yargıları incelendiğinde erkeksi özelliklerin atılgan, korkusuz, akılcı, güvenli, bağımsız, soğukkanlı, güçlü, katı, saldırgan, aktif; kadınsı özelliklerin ise sevecen, duygusal, hassas, ılımlı, bağımlı, şefkatli, boyun eğen mütevazı, narin, bakım veren, pasif gibi sıfatlarla tanımlandığı belirlenmiştir. (2)

Cinsiyetçilerin “toplumsal cinsiyet kalıp yargıları” dediği özellikler gerçekte; biyolojik yapının, hormonların ve beyin yapısının farklı yaratılmasıyla kadın ve erkeğin doğuştan getirdiği özellikleridir. Aile ve toplum bu özellikleri geliştirebilir ya da bozabilir fakat bu özellikleri kendi oluşturamaz. Bu özelliklerin doğuştan kodlandığını ispat eden pek çok bilimsel araştırma sonucu var. Sonradan yüklendiğini ispat eden bir tek bilimsel araştırma sonucu yok.

Toplumsal cinsiyet eşitliği savunucuları cinsiyetten kaynaklanan yaratılış rollerine bunlar "toplumsal cinsiyettir" deyip savaş açtılar. "Toplumsal cinsiyet" kendi uydurdukları düşman, "toplumsal cinsiyet eşitliği" de kurtarıcı bir sistem olarak kabul ediliyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği gerçekleştiğinde güya şiddet bitecek toplumlara huzur gelecek. Oysa kırk yılı aşkın toplumsal cinsiyet eşitliği uygulayan ülkelerin durumu incelendiğinde durumun hiç de söylendiği gibi olmadığı görülüyor.

Cinsiyetçi teorisyenler, eşitlik adı altında kişilerin yaratılıştan getirdiği özellikleri bozarak üçüncü bir cins ortaya çıkarmaya çalışıyorlar ve cinsel yönelim serbestliğini savunarak eşcinselliği yaygınlaştırıyorlar.

Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak adına çocukların cinsiyet kimliklerini bozmaya yönelik masal kitaplarından tutun, milli eğitimde devam eden ve kadın istihdamı diye küçük çocuğu olan kadınlara teşvik adı altında rüşvet vererek bebeklerini anneye en çok ihtiyacı olan zamanda kreşe bırakıp iş hayatına çekmeye kadar geniş bir yelpazede çalışmalar yapılıyor.

Cinsiyet farklılığı bir ayrımcılık sebebi değildir ve cinsiyet rolleri doğal olandır. Kişiler yaratılıştan gelen cinsiyet rollerinden uzaklaştıkça kadına benzeyen erkekler ve erkeğe benzeyen kadınlar artıyor ve bu da pek çok sorunun kaynağı oluyor. Cinsiyet farklığı ayrımcılığa sebep değildir. Tam aksi kadın ve erkek arasında ayrımcılık yapan ve düşmanlık yayanlar feministler ve cinsiyetçi teorisyenlerdir.

Cinsiyetler Savaşı

Toplumsal cinsiyet eşitliği küresel büyük bir savaş. Her savaşta asker ve düşman ve bir de savaş stratejisi vardır. Cinsiyet eşitliğinin askerleri feministler, düşmanları da erkekler ve aile kurumudur. Savaş stratejisi de “Kadına karşı şiddeti önleme” adı altında kadın haklarını savunuyormuş gibi yapıp erkeklere ve aile kurumuna saldırmak.

Dünyada her gün kadınlar da erkekler de öldürülüyor. Fakat cinsiyetçiler sanki hiç erkek öldürülmüyor, hiç kadın katil yokmuş da erkekler sırf kadın olduğu için kadınları öldürüyormuş gibi bir strateji uyguluyorlar. Kadını koruma maskesi altında her türlü cinsiyetçiliği yapıyorlar.

Cinsiyetçiler bireysel olaylar üzerinden tüm erkekleri şiddet yanlısı cani ve sapık ilan ediyorlar. Aşağılanan, erkekliğinden utandırılan erkekler, bir süre sonra erkeklikten vazgeçerlerse eşitliği sağlayacaklarını umut ediyorlarmış gibi görünüyor. Ya da böyle bir umutları yok. Küresel bir oyunda AB den gelen fon adı altında kurumlara ve feminist derneklere akıtılan paraların gözlerini kör etme durumu var. Algı oyunlarıyla da yeni cinsiyetler üretmeye talip olanların peşine düşen yığınlar var.

Dine, bilime ve akla ziyan bu saçma teori Müslüman bir ülkede maalesef ki okullarımızda ve pek çok kurumda çok kıymetli gerçek bir olgu gibi sunulmakta. Buna karşı bizlerin daha uyanık olması lazım.

 

Kaynak:

1-2 "Toplumsal Cinsiyet" kitabı Zehra Y. Dökmen

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

2 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz