Her Duyduğuna İnanmak (Şiddet)

şiddet çocuk gözüyleİrademizin Kontrol Etmesi Gereken İki Şey: Algı ve Zan

Duyduğumuz her haberle birlikte toplumsal hassasiyet sıralamasında en üst sıraya yerleşen “şiddet” konusu, tepkisel davranışlarımızın artmasına neden olurken, uygun ve doğru tepkilerimizi de sınırlandırdı.

Dolayısıyla yazının konusu da şiddetin varlığı, türü veya gerçekleşmesi değil, ötesiyle ilgili... Bu çerçevede iki hocamla birlikte yaptığımız bir araştırmanın sonuçlarını özetledikten sonra, bu sonuçlar bağlamında medya haberlerinin bizi nasıl yönlendirebileceğinden bahsedeceğim.

Yazılı ve Görsel Medyada Yansımalarıyla İlkokulda Şiddet**” başlığıyla yayınlanan araştırmada; 2010-2016 yılları arasında ulusal ve yerel medya kuruluşlarının internet sitelerinde haber olarak yayınlanan, “ilkokulda şiddet” konulu 147 haber incelenmiş ve şu sonuçlara ulaşılmıştır:

Haberlerde şiddetin türlerinden “fiziksel”, “sözlü/yazılı” veya “cinsel” şiddetin yaşandığı; doğrudan veya dolaylı olarak da “duygusal şiddeti” içerdiği görülmüştür. Aynı zamanda bazı olaylarda birden fazla şiddet türüne rastlanmıştır. Aşağıdaki şekilde şiddetin türleri arasındaki ilişki örnekleriyle özetlenmiştir (bkz. Şekil).

sYUdQkGba8-GMQVktuCnSwQ

  • Haberlerde verilen şiddet olaylarının içerisinde; -fail veya mağdur- “veli (yalnız, grup veya akrabaları ile), öğretmen, okul yöneticileri, öğrenci, okul görevlisi (hizmetli vb.) ile okul dışından şahıslar (servis şoförü, kimliği belirsiz kişiler, terör örgütü mensubu vb.)” yer almıştır.



    • İncelenen haberlere göre;

      • veliler ve okul dışından olan şahıslar “sadece şiddet uygulayan”;

      • öğretmen ve okul görevlileri “aynı oranda hem şiddet uygulayan hem de şiddet mağduru”;

      • okul yöneticileri “kısmen şiddet uygulayan olsa da genellikle şiddet mağduru”;

      • öğrenciler ise “sadece şiddet mağduru” olarak karşımıza çıkmıştır.



    • Haberlere göre genel olarak okulun dışından olan kişiler (veli ve diğer kişiler), okulun içinden olanlara (öğretmen, yönetici, öğrenci ve okul görevlisi) şiddet uyguluyor.

    • Bunun yanında öğrencilere veliler hariç herkes şiddet uygularken; veliler de okuldaki öğretmen, yönetici ve diğer görevlilere şiddet uyguluyor.

    • Son olarak haberlerdeki şiddet olaylarının hukukî süreçleriyle ilgili -bu yazının da çıkış noktası- ilginç sonuçlar görmekteyiz.

    • Çünkü toplam 147 haberin 76’sı iddia şeklinde verilmiş. Yani örneğin “A’nın B’ye şiddet uyguladığı iddia edildi.” şeklinde verilen haber türleri. Bir başka ifadeyle haberlerin yarısı sadece iddiadan ibaret, olayın varlığı veya doğruluğu henüz ispatlanmamış durumda.

    • 79’u ise yargı sürecinde (soruşturma, tutuklu/tutuksuz yargılama, ceza) olduğu belirtilmiş. Yani olayın doğruluğuyla ilgili bazı deliller var, ancak henüz kesinleşmemiş ve karara bağlanmamış.

    • Sadece 5 tane haberde, verilen kararların Yargıtay tarafından onanarak hukukî sürecinin tamamlandığı belirtilmiş. Yani eldeki deliller çerçevesinde olayın yaşandığına karar verilmiş.


    Yukarıdaki sonuçlara baktığımızda her birinin kendi içerisinde ayrı bir yazı konusu olduğunu söyleyebiliriz. Burada şiddetin oluş şekli, faili veya mağduru üzerinde durmak değil amacım. Aksine, olayın yaşanmasının ötesinde, haber edilme şekli ve bizim kontrolsüz tepkilerimizdir.

    Çünkü sadece ilkokul düzeyinde yaptığımız bu araştırmada ulaştığımız bu sonuçlar, algılarımızın ve tepkilerimizin medya içeriklerine göre yönlendiğine ilişkin önemli veriler içeriyor. Bu durumumuzu iyi veya kötü şekilde kullanan medya kuruluşları da zaten mevcut.

    ***

    Gelelim yazının ana çerçevesine ki araştırmanın sonuçlarından yola çıkarak konuyu ele almaya çalışacağım. Fiziksel, sözel veya cinsel her türlü şiddetin içinde duygusal şiddet (üzülme, küçük düşürülme, ayrımcılık, mobbing vb.) var. Bu durum şiddet içerikli her olayda, bir yandan duygusal yıpranma ile birlikte “insan onuru”nun zedelendiğini, diğer yandan da doğrudan veya dolaylı bir mağduriyetin olduğunu bize gösteriyor.

    Şiddetin yaşanmasından sonrasında ise olayın haber edilmesi ile gerçek yüzü aydınlanana kadar geçen sürede oluşan algımız ve tepkilerimiz, mağduriyetin en fazla yaşandığı kısımdır.

    Bu aşamada haklı veya haksız bir şekilde insanların onuru zedelenir, isimleri lekelenir, olay farklı şekillerde aktarılarak dedikodu halinde getirilir vs. Hele ki olayın medyada yer almasıyla süreç daha da karmaşık bir hale gelir.

    Çünkü olayla ilgili haber içeriklerinde anlatılanlar, genelde olayın ilk duyulduğu haliyle sunumudur ve ilk paragrafta özetlenir.

    Haberi okuyanlar da buna göre tepkilerini belirler. Ancak haber kuruluşlarının, pek çok haberin devamı ve hukukî süreciyle ilgilenmediği için olayın nasıl sonuçlandığını bilemeyiz.

    Sonrasında ise oluşan toplumsal hassasiyete göre konuyla ilgili her habere klasik koşullanmış tepkiler veririz. Şu durumda tepki vermemiz kısmıyla ilgili bir sorun görünmüyor. Elbette olaylara karşı bir duruşumuz ve tepki düzenimizin olması gerekir.

    Ancak çoğunluğun verdiği tepkiye paralel olarak bilinçsizce tepki verilmesi ve sonrasında tepkilerin otomatikleşmesi; irademizle aklî ve kalbî melekelerimizi kontrol edemediğimizin bir göstergesidir.

    Tam da bu noktada şiddetin faili veya mağduru bağlamında toplumda cinsiyete, gelir ve eğitim düzeyine, yaşanan şehre göre oluşan taraflı tutumun, yukarıda bahsettiğim algısal tepkilerimizden kaynaklandığını düşünüyorum.

    ***

    Olayların istatistiksel veya sayısal görünümü bizler için pek çok şeyin göstergesi olabilir. Ancak duyduğumuz her haberde “şu kesimden olan suçludur” gibi bir algı, bizi yanıltabilir.

    Bunun en somut örneğini geçen yıl yaşamıştık. Hatırlarsınız 17 yaşındaki bir genç, kendisini hamile bıraktığını söyleyen 15 yaşındaki bir kızın babası tarafından öldürülmüş ve baba da serbest bırakılmıştı. Birkaç ay sonra öldürülen genç ile cenin arasında bir ilişki bulunmayınca davanın seyri değişmiş ve baba-kız tutuklanmıştı. Ölen gencin babası da “Ben oğlumu 80 milyonun bedduasıyla toprağa verdim” demişti. Babanın şu acı verici sözü, her şeyi özetlemeye yetmez mi sizce de? Şimdi düşünün, o bedduaların hesabı nasıl verilecek?

    O yüzden olay doğru veya yanlış olabilir, her haberin ilk haline inanmaktan vazgeçmemiz, insanî ve dinî sorumluluğumuzdur.

    ***

    İşin medya boyutu da bir diğer durum tabii ki. Medyanın omzunda daha çok ‘tıklanma’nın ötesinde; sunulan haberlerin içeriği, ifade ediliş şekli, hukukî süreçleri, haberin teyidi gibi birçok sorumluluk bulunuyor. Ancak “niyetli bir şekilde” haber yapmanın da yasal açıdan düzenlenmesi gerektiğini söylemeliyim.

    ***

    Sonuç olarak bilimsel verilere dayanarak, irademizin “algımızın ve zannımızın üzerinde” hükmünü kaybettiğini görüyoruz. Bizler önce “insan onuru”ndan yana olmalıyız. Yoksa toplumsal vicdan ve algı, bizi yanlış yönlendirebiliyor.

    Dolayısıyla insan onuru, Allah tarafından bahşedilen en büyük varlığımız iken; doğruluğu kanıtlanmamış bir haber uğruna onu bilinçli veya bilinçsizce yerle bir etmenin dünyevî ve uhrevî sorumluluğunu ölçemeyiz.

    Kaldı ki Yaradan bile bazı durumlar için dört şahit isterken, bizler neye dayanarak her duyduğumuza inanma ve onu yorumlama eğilimindeyiz? Bu konuda ciddi bir arınmaya ve irademizi kontrol altına almaya ihtiyacımız var.
    ** Araştırma İngilizce olarak yayınlanmıştır. Erişim linki: https://eric.ed.gov/?id=EJ1184970

    Mehmet Fatih KAYA, Dr., Uşak Üniversitesi Eğitim Fakültesi



Bunlar da ilginizi Çekebilir

2 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz