Pozitif Olunca Neler Değişir?

Adım Yasemin Yusufoff. Ben Türk kökenli Bulgaristan doğumlu Amerika’lıyım. Amerika’da büyüdüm, New York Üniversitesinde siyaset okudum, Tokyo’da eğitim ve dil üzerine master yaptım. Edirne’li eşimle evlendikten sonra İstanbul’a taşındım. Bir Göz Lazer merkezinin genel müdürlüğünü yapıyorum ve aynı zamanda Dünya Engelliler Birliğinin genel sekreterliğini yürütüyorum.

İlgi alanlarım diller, çocuk gelişimi, ve hayır işleri, özellikle engellilikle ilgili. Bu alanlarla tamamen ilişkili, ‘Bebek İşaret Dili’ kitabım geçen sene yayınlandı. Bebek işaret dilinin hem ebeveynler için, hem de bebekler için bilimsel olarak ispatlanmış çok faydası olduğu için, bizim toplumumuz da bu nimetten faydalansın diye bu kitabı yazdım.

Bebek İşaret Dilinden sonra da en mantıklı devam disiplin konusu olduğunu düşündüm, çünkü disiplinin de en temel noktası iletişimdir. ‘Pozitif Disiplin’ kitabım inşallah Mayıs’ta yayınlanacaktır.

Sizi işim ve projelerimle ilgili fazla sıkmak istemiyorum. Akıllı ve mutlu bebeğiniz olmasını isterseniz, bebek işaret dili kitabımı okuyabilirsiniz. Çocuğunuzla ilişkinizin çok iyi olmasını ve çocuğunuzun başarılı ve sorumluluk sahibi bir birey olarak büyümesini isterseniz, pozitif disiplin kitabımı okuyabilirsiniz.

Şimdilik çoğumuzun olmasa da olur ya da bir lüks olarak gördüğü bir konuyu konuşmak istiyorum: mutluluk.

Hepimizin bir çok rolü var hayatta: anne, eş, kız, kardeş, eleman, yönetici, gönüllü, vs. gibi. Etrafımızda herkese en iyi şekilde bakmak için çok uğraşıyoruz. Bütün gün işimizde, vakfımızda, çocuklarımızın okullarında, ya da evde durmadan çalışıyoruz. Sonra eve dönüyoruz, ya da ailemiz eve geliyor, ve onlara hizmet etmeye devam ediyoruz. Bir çok anlamda, biz gerçekten süper kadınlarız. Herkese her şeyi yapmaya çalışırken yoruluyoruz, yıpranıyoruz, bazen her şeyi bırakıp kaçmak istiyoruz, ya da eşlerimize, çocuklarımıza saldırmak istiyoruz. Neden? Çünkü kendimizden önce başkalarının rahatını ve mutluluğunu düşünüyoruz. Kendi halimizi de kader gibi görüyoruz.

Hâlbuki bilimsel araştırmalara göre, mutlu insanlar hayatlarındaki her alanında daha başarılı olur. Mutlu anne, ailesine bakmak ve mutlu etmekte daha başarılıdır. Mutlu eleman, daha verimli elemandır.

Mutluluk nedir?

Mutluluktan kastım hayatımızı anlamlı ve tatmin edici görmek, neşe ve şükür hali içinde iyi hissetmek, canlı ve o anda orda hissetmek ve ayrıca gelecekle ilgili de iyimser olmak.

Yaptığınız her şeyde daha başarılı olmak istiyorsanız, ailenize daha iyi hizmet etmek, onları daha mutlu yapmak istiyorsanız, kendinizi de onlar kadar düşünmelisiniz.

Mutluluk ailemizi, işimizi, günlük hayatlarımızı ve kendimizi algıladığımız şekille başlar. Her gün, durumumuz ne olursa olsun, alacağımız olumlu karardır mutlu olmak, ve hayatımızın her alanında daha yüksek performans vermemizi sağlayacaktır.

Pozitif duygular besleyen insanlar ilişkilerde daha başarılı olur, daha sağlıklı olur, kendimizi ve başkalarını daha olumlu görmemizi sağlar ve daha sosyal olmamızı sağlar. Pozitif duygular bize zor durumlarda başa çıkmamıza, sorun çözmede ve yaratıcılıkla da yardımcı olurlar.

Pozitif olmayı Polyanna’cılık oynamak gibi görüyorsanız, kendi ‘gerçekçiliğinizden’ gurur duyuyorsanız, yine düşünmenizi öneririm. En azından çocuklarınıza hayatınızın ne kadar zor olduğunu, herkesin ne kadar kötü olduğunu, ve dünyanın ne kadar korkunç bir yer olduğunu anlatmayın. Negatif, olumsuz propaganda ile çocuklarınızı hayat için hiç bir şekilde hazırlamazsınız, sadece ileride hasta ya da depresif olmalarını sağlarsınız. Nereden mi biliyorum? Çünkü bilimsel araştırmalara bakıyorum. Pozitif olmanın sayısız faydası vardır. Pozitif ve iyimser insanlar daha sağlıklı ve mutlu olur ve daha uzun yaşarlar. Bu konuyla ilgili pozitif psikoloji diye bilimsel bir uzmanlık sahası da oluşmuştur.

İşte size pozitif olmakla ilgili Türkiye’den somut bir örnek: Türkiye’nin ilk medikal onkoloji bölümünü 1974 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde kuran Prof. Bülent Berkarda, pozitif düşüncenin, neşenin ve komik filmler izlemenin kanser tedavisinde çok önemli olduğunu söylüyor.

Diyor ki, iki tür insan vardır. Biri kanser olduğunu öğrenir, ‘ben bunu yenerim’ der, etkilenmez. Diğeri ‘öldüm bittim ben’ der ve yıkılır. Beyin düşünürken endorfinler salgılar. O endorfinler vücudun bütün hücrelerine etki ediyor. İyi ve kötü düşünceye göre endorfinler var. İyi düşününce iyi endorfin salgılanır ve onlar da vücudun bağışıklık hücrelerini kamçılayarak bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlar. Bağışıklık sisteminin savaşçıları lenfositlerdir. İyi endorfinler işte bu lenfositleri kamçılıyor. Bunlar da kolonileşmek için damarlarda yola çıkmış olan kanser hücrelerini yakalayıp yiyorlar. Dolayısıyla neşeli, morali yüksek insanlar endorfinleri sayesinde bağışıklığını güçlendirip kanseri yeniyorlar.

En önemlisi hastayı güldürmek diyor Prof. Berkarda. Kapıdan çıkarken her hastama akşama komik film seyredin derim. Çünkü insan gülerken bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlayan iyi endorfinler salgılar. Gülmenin en kolay yolu da komik film izlemektir. ..aslına bakarsanız sebepsiz de gülünebilir ama onu bizim Türk insanına anlatmak zor diyor Prof. Berkarda. Günde 20 kere ‘hahahahahaha’ diye gülebilir hasta durduk yere. Beyin (durduk yere gülmeyi) gerçek sanıyor. Şuur altı ne dersen ona inanır. Kahkaha atıp iyiyim de iyiymişiz der, kötüyüm de kötüymüşüz der. İnsan vücudu bir gemi gibidir. Emirleri kaptan verir, makine dairesi emirleri yerine getirir. Bizde de kaptan beyindir. Bilinçaltı da makine dairesi. Telkin çok önemli. Oturup günde 10 kere bu gün çok iyiyim şükür de, karaciğerin, dalağın, akciğerin, ona göre çalışır. İşte kaptan iyiyiz derse beyin iyi endorfin salgılar. Mutsuz olan insanların makine dairesi iflas ediyor.

Pekiyi, daha pozitif ve mutlu nasıl olabilirim?

İlk önce gerçekleri ve yorumlarımızı ayırt etmeliyiz. Gerçek neyse, o anda neyle yüzleşiyorsak, onunla o şekilde ilgilenmeliyiz.

Biri bir şey söylediğinde veya yaptığında, ya da içinde olduğunuz bir durumla ilgili, ‘o aslında bunu demek istedi’, ‘bunu yaptı bana kötülük olsun diye’, ‘bu ne kadar zor bir durum’ diye yorumlamayın. Sadece olan bitene bakın, iç dünyanıza danışmadan, yüklenmeden.

Kendi yorumlarımızı ekleyince, gerçekleri farklı görüyoruz. Yorumlarımızla gerçekleri karıştırdığımız için de artık bunları gerçek gibi sayıp, ona göre hareket ediyoruz.

Sözlerimizi doğru kullanmalıyız. Buradaki kastım sadece başkalarıyla konuşurken değil, kendi iç konuşmamızı da kast ediyorum. Kendi kendimize ne diyoruz, bu çok ama çok önemli. Bu iç konuşmalar bizi biz yapıyor, mutlu ya da mutsuz olmamıza sebep oluyor.

Dil çok güçlü bir araçtır. Algıladıklarımızı dilimizle tarif ederiz. Bulunduğumuz şartların bize etkisini dilimizle kendimiz belirleriz. İç dünyamız ve yaptıklarımız dünyayı algılama şeklimizle bağlantılıdır. Ve bu algı dille tanımlanır.

Kim olduğumuz ve ne yaptığımızın erişim aracıdır dil.

Mesela, ‘yaramaz’ ya da ‘zor’ kelimelerine bakalım. ‘Yaramaz’ ve ‘zor’ dediğimiz, sadece dilimizde vardır. Yani, gidin bana yarım kilo ‘yaramaz’ ile bir kilo ‘zor’ getirin desem, getiremezsiniz. Somut, ve gerçek hayatta olan şeyler değildir bunlar. Sadece hayatı yorumlamak için ve sadece dilimizde var olan kelimelerdir. Şimdi bunu düşünün, size göre tanımladığınız bir ‘yaramaz’ çocuğunuz var, bir de ‘çocuğunuz’ var. Ya da, bir ‘işiniz’ var ya da ‘zor işiniz’ var. ‘Yaramaz çocuk’ ya da ‘zor iş’ diye tanımlamanız size bir faydası var mı? Ayrıca, ‘yaramaz çocuk’ dediğiniz çocuğunuza yaklaşımınız ne olur? Bu yaklaşım onun kişiliğini ve hayatını nasıl etkiler?

Zaten yapmanız gerekli olan bir şey düşündüğünüzde onu ‘zor’ diye tanımlamanın ne faydası var? O işe yaklaşımınızı nasıl etkiler? Çevrenizin ‘zor’ diye tanımladığı bir işi, siz sadece yapmanız gereken bir iş olarak düşünürseniz, nasıl bir etki olur? ‘Zor’ diye tanımladığınız durumlarda, ‘zor’a mı odaklanmak gerek, halimize şükredip gerçeklerle yüzleşmek mi?

Stanford Üniversitesi profesörü Lera Boroditsky diyor ki, ‘İnsanlar konuşma şekillerini değiştirirlerse, düşünme şekilleri de değişiyor. Başka bir dil öğrendiklerinde, dünyaya başka bir gözle de bakmayı öğreniyorlar. Konuştuğumuz dil bizim için sadece düşüncelerimizi ifade etmiyor, ayrıca o düşüncelerimizi şekillendiriyor.’

Söylediklerimiz güçlü bir şekilde hem iç dünyamızı hem de yapacağımız işleri belirler.

Daha iyi bir anne, daha iyi bir eş, daha iyi bir eleman ya da yönetici olmak için, ilk önce daha iyi konuşmalıyız hem, başkalarıyla hem de kendimizle. Ailelerimize en iyi şekilde bakabilmek için, daha pozitif yaklaşımlarda bulunup, geleceğe de daha iyimser bakmalıyız. Böylece, hem daha güçlü, hem daha mutlu oluruz. Sizin mutluluğunuza en çok ailenizin ve toplumumuzun ihtiyacı var. Mutlu günler dilerim.

www.bebekuniversitesi.com


Bunlar da ilginizi Çekebilir

5 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz