Siz Bunun Adına Sevgi mi Diyorsunuz?

yavuz tufan koçakUnutamadığım bir anımı paylaşmak istiyorum:

Eşim, kızım ve ben, arabamızla tatile çıktık. O ara ikinci çocuğumuza hamileydi eşim ve ben yine içmeye başlamıştım. Temmuz sıcağıydı ve ben önümü göremeyecek kadar sarhoştum. Fazla işlek olmayan bir yolda ilerliyorduk; arada bir sızıyor ve arabanın direksiyonunda uyuyormuşum! Allah’tan arabayı durdurup yapıyormuşum bunu. Uyanınca bir motosikletlinin beni geçmesine kafayı takmış, onunla inatlaşmaya başlamıştım. Halbuki durduğumun ve zaten çok yavaş gittiğimin farkında bile değilken, bir motosiklet beni nasıl geçer diye sinirlenip arabayı üzerine sürdüm, o sırada eşim direksiyonu kırmasa çok daha kötüsü olabilirdi. Neyse ki tamponun kenarıyla dokunmuştum. Ama motosiklet şarampole yuvarlanmaya başladı ve ben şok bir ayılma yaşayıp kaçmaya başladım. Dikiz aynasından baktığımda, şükür ki adamın ayağa kalktığını gördüm.

 

Şimdi eşime ve tüm bağımlı yakınlarına soruyorum:

Hadi ben körkütük sarhoşum ve o vaziyette araba kullanmaya çalışıyorum; peki aklı başında, öğretmen bir kadın, karnındaki ve arka koltuktaki çocuğuyla o arabaya nasıl biniyor?

Bu hikâyemi paylaştığım birçok kişi çeşitli bahaneler üretiyor: o vaziyette eşini bırakamamak, eşinin kızacağı, kendisine şiddet uygulayacağı korkusu vb… Bunun yorumunu sizlere bırakıyorum.

Sanırım bu satırları okuyan çok fazla insan, bu ve buna benzer şeyler yaşadı ve halen yaşamaya devam ediyor.

 

Para çok olunca, çevremde beni seven insanların sayısı acayip artmaya başladı, onlarla daha çok vakit geçiriyor ve ailemden gün geçtikçe kopuyordum.

İkinci çocuğumuz doğduğunda ben hastanenin önünde, arabamda içiyordum! Çocuk evde çok ses yapıyor diye bir tatil köyüne gidip üç-dört ay eve gelmiyor, hatta arayıp sormuyordum bile.

Bu arada, neredeyse uyanık olduğum her dakika içmeye başlamıştım. Artık ellerim çok fena titriyordu içmediğim anlar. Kendime kızıyor, sözler veriyor, ama her seferinde maalesef yine şişenin başında buluyordum kendimi. İçki kesmiyordu artık, madde kullanımını da artırmaya başlamıştım.

Eşimin ısrarı ile tekrar tekrar tedaviyi denedim, ilaçları da yoğun olarak kullandım; ama nafile, içki içmemi engelleyemiyordum. Ülkenin sayılı psikiyatristlerine gitmiş, ama aynı ilaçları yazıp benim iyileşeceğimi sanmalarından öte bir çare bulamamıştım.

 

Tam bunları yazdığım anda bir yardım talebi geldi, çok uç bir örnek olmasaydı paylaşma gereği duymazdım:

On beş yıldır eroin kullanan otuz beş yaşındaki abisi için yardım istiyordu birisi.

Şöyle diyordu: “Başladığından beri maddi-manevi tüm aileyi bitirdi. Maaşımın tamamını ona veriyor olmam, yetmediğinde annemin hasta haliyle kapı kapı dolaşıp borç para bulması, annemin tansiyon aletini ve ilaçlarını satması, evli kardeşlerimin eşlerinden para alması, evde satacak eşya bırakmaması ve hırsızlıktan birkaç kez ceza almasına karşın cezaevinden çıkar çıkmaz yine kullanmaya devam etmesi, para yok dediğimizde ciddi derecede şiddete maruz kalmamız…”

“Neden polise başvurmuyorsunuz?” diye sordum.

“Bizi tehdit ediyor, öldürmesinden korkuyoruz. Polise başvurduk ama onlar da bir şey yapamayacaklarını söylediler. Denetimli serbestlik süreci var. Artık bittik; lütfen yardım edin!”

Konunun biraz üzerine gittiğimde maalesef benzer olaylarla karşılaştım: Aslında anne, çocuğuna kötü bir şey olmasın diye herkesi susturuyor ve bu şekilde maddi manevi tüm ailenin çökmesine sebep oluyordu. İşte burada çok ciddi bir yanlışlık var! Bundan kötü ne olabilirdi ki?

Annelere soruyorum: On beş yıldır madde kullanan çocuğunu aslında para bularak, cezaevine düşmesin diyerek, kardeşlerinin ve diğer aile fertlerinin bile zarar görmesini göze alarak koruyor musunuz, yoksa kendi ellerinizle öldürüyor musunuz?

Yorumu sizlere bırakıyorum. Bunun adı gerçekten sevmek mi?

 

Sanırım toplum olarak cinnet geçiriyoruz. Biz, sevme duygusunu çarpıtıp bağımlılığa dönüştürdük, çocuklarımızın anne ve babası olmaktan çok Tanrısı olmaya kalktık. İstiyoruz ki çocuklarımız hayatın kurallarından uzak, torpilli yaşasın! Üzülmesinler, yorulmasınlar, üşümesinler, özenmesinler vb…

Onların yapması gereken şeyleri biz yaparak sorumluluk almalarını engelledik; ya da önlerine öyle hedefler koyduk ki ulaşamayacaklarını anladıklarında tam anlamıyla çöküntü yaşadılar.

İlla okumaları gerekiyormuş gibi, zaten işe yaramayan bir eğitim sisteminde çocuklarımızı ek derslerle, dersanelerle boğduk. Enerjilerini atmaları gereken faaliyetlerini yasakladık; ne çocukluklarını yaşattık, ne ergenliklerini… ‘Okusun da bir yerlere gelsin’ dediğimiz çocuklar, örnek olarak bizim elimizde ya hiç kitap görmedi, ya da çok az kitap okuduk. Öyle ya; TV dizilerinden, internet başına çivilenmekten vakit bulamadık bunlara. En önemlisi de çocuklarımıza nitelikli vakit ayırmadık, ayıramadık.

Belki haklı olduğumuz taraflar da vardı: Ekonomik sıkıntılar yaşıyorduk ve çalışmak zorundaydık; ve suçluluk duygumuzu ödünleyebilmek için çocuklarımıza tavizler verdik.

Her istediklerini aldık, yeme içme konusunda hiç de onaylamadığımız sağlıksız gıdalara yönelmelerine sebep olduk.

 

Oysa çocuklarımız sadece gerçekten kabul edilmeyi, kendileri oldukları için sevilmeyi, onore edilmeyi, gözlerinin içine bakılarak sevgimizi göstermemizi, kısacası var olduklarını ve çok önemli olduklarını hissetmek istiyorlardı. Bu kadar basit.

Bunu yapmak da aslında bir o kadar basit.

Umarım bundan sonra çocuklarımızı kimseyle mukayese etmeden, sadece var oldukları ve özel oldukları için sevdiğimizi, değer verdiğimizi gösterebiliriz.


Bunlar da ilginizi Çekebilir

5 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz