Biri Bizi Durdursun!

En zor şey; insanın kendine dair olanı anlatması. Mesela kitabını anlatması... O taraftan bakınca size çok kolay göründüğünün farkındayım. Neticesinde kitap benim, benim kadar da kimse detaylarını bilmez diye düşünüyorsunuz. Anlatmakta neden sorun çekeyim? Çekmemem lazım. Öyle değil mi? Ama ne yalan söyleyeyim, kazın ayağı hiç öyle değil işte muhterem karilerim. İnsan en fazla kendisini bilir, ama en çok da kendisini ifade etmekte zorlanır. Bilmekle anlatmak arasındaki denge bazen makusen mütenasiptir, yani ters orantılıdır. Bazı olur zıtlık yakınlaştırır, aynılık uzaklaştırır.

 

Sanırım şu an ben de böyle bir haldeyim. Kitabımı biliyorum. Erdem’i ve Ömer’i evinden iki kişi gibi tanıyorum. Ama en nihayet benim onlar hakkında düşüncelerim, onların benim hayatımda bu kadar aktif, bu kadar sevilen, hatta kardeşlerim gibi olmalarıyla subjektifliğe bürünüyor. Size yeterince tarafsız şeyler söyleyemem. Ama bitaraf olmamı beklememek kaydıyla dinleyicilerim, haklarında konuşabilirim. Beni böylesi bir kulakla dinleyecekler, dinleyebilirler. Sözlerim onları aldatmaz. Bana da zarar vermez.

 

Ömer ve Erdem iki çocuk... Yok, çocuk demek de yanlış olur. İki delikanlı adayı diyelim. Yaşlarını yazarken ortaokul seviyesinde hayal etmiştim. (Gerçi şimdi ortaokul da yok, ilköğretimin sonu mu demeli?) Hayalime ne kadar isabet etti kurgu bilinmez. Fakat içlerindeki heyecan, sözlerindeki havailik, hayatlarındaki dertsizlik bence o yaş grubuna isabet etti. Belki zaman zaman yaşlarına göre üst görünen diyaloglar da bulunacaktır metinler içinde. Fakat ne bileyim, şimdiki gençler bizden daha zeki gibi geliyor bana. Hatta o kadar ki, kendi yeğenime bakınca bile çocukluğumu düpedüz saflık içinde buluyorum. Aptallıkla suçluyorum.



 

Peki, bu kitap nasıl bir kitap? Oradan başlayayım anlatmaya: Bu kitap bir öykü dizisi... Aynı karakterlerin başından geçen altı hikayeden oluşuyor. Daha çok Ömer’i ve Erdem’i merkeze alan, bazı bazı öğretmenlerini, ailelerini de oyuna dahil eden öyküler bunlar. Ve bu kitap boyunca çocuklara/gençleri birşey öğretmeye çalışmıyoruz. Kitap buna çalışmıyor. Daha çok onların gözünden dünyanın nasıl komik bir yer olduğunu göstermeye gayret ediyoruz.

 

Eserin güldürürken düşündüren bir eser olmasını ne çok isterdim. Ama böyle değil. Düşündürmeden güldürüyor genelde. O da güldürebilirse... (En azından okuyanlar bu özelliğini onayladılar, şimdilik.) Belki aralarda yazarın elinden kurtulabilmişse bazı cümleler mizahın dışında birşeyler vadediyor. Kendim farkettiğimde ayıklamaya çalıştım. Ama mutlaka kalan da olmuştur. Baştan itiraf edeyim: Ben bu kitapta çocukları değiştirmeye çalışmadım, anlamaya çalıştım.

 

Sürekli bilgi yükleyen, birşeyler öğütleyen/öğreten metinler okumaktan yılmış bir çocukluğum var. O yüzden zaten özleri temiz olan bu çocuklardan ziyade bizim eğitime, düzelmeye, empatiye muhtaç olduğumuzu düşünüyorum. Yaramazlıklarıyla şirin Erdem’in ve efendiliği ile dillere destan Ömer’in duruşunda aynı şey var. İkisi de güzel, ikisi de şirin, ikisi de komik. Ömer’i iyi, Erdem’i yaramaz kılan şey; bize ait birşey, sistem. Kurallarını büyüklerin koyduğu bir düzen. Yoksa yaratılıştan ikisi de güzel. Farklı, ama güzel...

 

Eh, evet. Naçizane böyle bir çalışmamız var. Yalnız benim olmayan bir çalışma. Nilüfer Taktak Doğan kardeşimin daha yazılırken fikirlerini ve önerilerini, Emine Sayın kardeşimin de tasarım aşamasında sanatını ve estetiğini kattığı bir çalışma... Bu benim için çok anlamlı bir çalışma. Çok keyif aldığım bir çalışma. Çok istediğim gibi olan bir çalışma. Ne diyebilirim ki artık? Çok mutluyum. Bu kitap kimse tarafından okunmasa da (benim açımdan) yapması gerekeni yaptı. Beni büyüttü. Sanırım bu kitaptan sonra kendime “Birşeyler yazabiliyor şu Ahmet!” diyebilirim. Mutluyum, sevinçliyim, sizinle de paylaşmış oldum vesselam...

 

twitter.com/yenirenkler

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

2 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz