Çift Ressamlı Tablo (2)

Madalyonun gerçek yüzünde bu yara her geçen gün kan kaybederken toplumsam ahenk ve yükseliş hayalleri de ümitlerle bir uçup gidiyor. Oysa bir tohum bile emeksiz büyümezken çok az bir emekle buram buram gül kokan gülistanlar bekliyoruz. Gül sevgiyle açar, derler. Gerekli şartlar sağlanmadıkça ya çürüyüp gidiyor ya da ayrık otlarına karışarak heder olup gidiyor.

Bundan yıllar önce yaşamış olduğum bir olayı düşünüyorum. Bir hava limanının bekleme salonundaydık. Rotar yapan uçağımızın kalkış saatini beklerken, yanıma oturan bir anne ile oğlu dikkatimi çekmişti.

Çocuk annesinden sürekli bir şeyler istiyor, yerine gelmediğini görünce de ağlayıp bağırıyor, kendini yerden yere atıyordu. Henüz çok küçüktü. Dört beş yaşlarında ki bu erkek çocuğun dünyalar tatlısı bir yüzü vardı. Pırıltılı bakışlarından sanki yıldızlar yağıyordu. O asabi yüzün altında ki sevecen bir güzelliği yaptığı bütün hırçınlıkları sevimli gösterebiliyordu. Sevgiyle dokundum ona. Hırçın bakışlarını üzerime çevirdi. Ve elime bir şamar vurdu.

Annesi utanmıştı. Eğilip ona bir şeyler söyledi. Bir yandan da benden özür diliyordu. Güler yüzlü, hoş sohbet bir bayandı. Biz konuşurken çocuk, annesinin çantasını hızla kadının yüzüne indirdi. Suratına aldığı darbeyle neye uğradığını şaşıran kadının canı bir hayli yanmıştı. Çantanın içindekiler etrafa saçılmıştı. Çocuk ise hala kıyasıya ona vuruyordu. Güçlü kuvvetli olduğu için annesi tarafından onu sakinleştirmek bir hayli güç olmuştu. İlerleyen saatlerde kadınla sohbetimiz bu minval üzerine sürüp gitmişti. Bir ara ona çocuğu bir psikoloğa götürmesini önermiştim.

Kadın acı acı gülerek yüzüme bakmış ve şöyle demişti:

- Ben zaten psikoloğum. Ama her akşam eşimden dayak yiyorum. Onun bu hırçınlığı babadan kaynaklanıyor. Sizin anlayacağınız babamız rüzgar ekti, ben ise fırtına biçiyorum.

Kadıncağız göz yaşları içindeydi. O an duadan başka elimden bir şey gelmemişti. Yıllar yılı hala o manzara zihnimden silinmemişti. Güzel yüzlü çocuğun gerçek yüzü masumdu. O, kendisine resmedilen fırtına tablosunu çiziyordu. Annesi ise çaresizliğin korkunç girdaplarında yüzüyordu.

Bu gün uzay çağı çocuğunun ışıltılar ardında ki mutsuzluğunu, yalnızlığını, sevgisizliğini hissetmek mümkün değildir. Teknoloji devinin dişlileri arasında yalnızlığını ve mutsuzluğunu dindirecek bir kurtarıcı aramaktadır. Maddi edinimlerin ruhunda açtığı mutsuzlukla çevresini başta ailesini rahatsız eder çocuk. Bu ke zsuçlanır , kızılır ve tepkisel bir iç güdümle dışlanır. Sessiz feryatları bazen bir çığlık, bazen bir isyan, çoğu kez de korkunç bir bunalım seyriyle ortaya çıkar. Bu toplumsal paradoksta anneler çaresiz, babalar ilgisiz, psikologlar yorgun, çocuk ise mutsuzdur. Çocuk suçluluk psikozunun içinde bocalayıp durmaktadır. Sana her imkanı sundum yine de adam olamadınlarla sürüp giden bir dizi açmazın içinde her geçen gün şahsiyetini biraz daha yitirir. Çaresizdir çocuk. Derdini anlatamaz. Kimseyle paylaşamaz. ‘Kimse beni anlamıyorlarla, sığınacağı yeni kucaklar arar. Ciddi bir paradokstur yaşanan. Onun bu hale düşmesinde önemli sorumlu ebeveyn yetersizliğidir.

Zamanında verilmesi gereken ilgi esirgenmemiş olsaydı ya da taraflardan biri özellikle de babalar, ortak çalışılan o panoda gerçek rolünü alsaydı, bunca ciddi karmaşa elbette yaşanmayacaktı. Annenin zayıf omuzundan yükü alarak ona bir güçlü omuz verseydi ortaya böylesine karmaşık tablolar elbette çıkmayacaktı. Toplum olarak ilgisiz ve de sevgisiz babalarla karşı karşıyayız. Mesleki kariyeri üst düzeyde olan babalar bile aynı tablo içindeler. Yorgunluk ve zamansızlık bahaneleri altında sığınılan hiç de gerekli olmayan limanların yerine boş tuvallerinin başına geçseler geleceğin gülen ebeveynleri kendileri olurlar.

Bu bağlamda ebeveyni, çift fırçalı bir ressama benzetebiliriz. Çocuk ise fırça değmemiş, boş ve temiz bir tuvaldir. O minicik zihnini, zekasını, aklını, ruhunu ve hayallerini anne ve babanın eline teslim etmiştir yaratan. Neyi resmederlerse o manzarayla karşılaşırlar. Bu resmetme çabasında pozitif bir bütüne ulaşmak için aynı perspektiften bakmak esastır. Nezakete dayalı güzel bir diyalog bütünlüğü içinde o eser, şahesere dönüşebilir. Bu bağlamda pedagogların, çocuğun güveni babadan, sevgiyi ise anneden aldığını söylemeleri hiç de boşuna değildir.

O boş tuvale şırıl şırıl akan nehirler, renk renk açan kır çiçekleri, güneşin yedi rengi sevgiyle çizilmelidir. Oraya güzel manzaralar çizilirse ortaya bir şaheser çıkar ki, o an o ebeveyn ahsenül takvim sırrını müşahhas bir tarzda görür ve eserlerine hayran kalırlar. İlimle, edeple, sanatla, terbiyeyle işlenmiş o harika bütünü gururla seyrederler. Eğer o tuvale karanlık çehreler, korkunç manzaralar çizilmişse hiç biri görmek istemez. Tuvalin bir yarısı güzel, diğer yarısı çirkin görüntülerle resmedilmişse eser yarım kalmış demektir. Birinden biri ne kadar mükemmel çalışsa da, ortaya bir şaheser ne yazık ki çıkamaz.

Hayata sevgi yüklü pencerelerden bakan bir anne, yavrusunun ruh dünyasına sevgi mesajlarını çiçek çiçek çizebilir. Çünkü anneler incedir. Çiçeğin şiirsel mesajını çok iyi anlarlar. Onun ayrıntılı renklerinde, her varlığı sevmenin büyüsünü aktarırlar. Varlığın haykırışını her an ilan ederler bu resmedişte, bir çiçeğin insana harikulade güzelliklerle sunuluşunu, onun ne kadar değerli olduğunu yavruya hissettirebilir. Zorluklar gecesinde bile kalınsa ümit yıldızlarının izini yakalarlar. O minicik dünyalara sevgi mesajını aktarırlar.

Anne çiçekli kırları, güneşli gökleri resmederken baba, güven kazığı olan dağları resmetmelidir. Coşkuyla akan nehirleri yaşama sevinciyle çağlatsa, neşeli kelebekler uçursa, tavus kuşunun kuyruğunu yüreklendirme moduyla kabartsa kim bilir ortaya, ne şaheserler çıkar. Eğer o tuval sevgiyle tamamlansa anneler asla çaresiz kalmazdı. Çocuklar mutsuz olmazdı. Babalar atıl kalmazdı. Çocuğun midesi için harcanan eforun çok az bir bölümüyle onun ruh ve akıl dünyası da beslenseydi bu gün toplumun kanayan yarası olan mekanikleşmiş, robotlaşmış, duygudan, güvenden sevgiden yoksun bunalımlı gençlik çıkmazdı.

Yürekli Babalar, ne olur, sabır fırçanızı alın ellerinize artık. Boş tuvaliniz olan minik eseriniz sizi bekliyor. Yılgınlık ifadeleriyle kararmış resimler çizmeyin onlarla. Karanlık bulutlar yerine güvenin ve asaletin temsilcisi kocaman dağlar çizin. Mutluluğun sembolü engin nehirler akıtın. Özgürlüğün simgesi masmavi gökler boyayın. Hür göklerde kanat vuran barış güvercinleri uçurun.

Sevgili Anneler, çiçeklerinizi umut renginde boyayın. Allah katında en sevilen yudum olan öfkenizi yutarken sabır şurubunun gerçek tadına varın. Kelebekler uçuşsun hoş görü kanatlarıyla boş tuvalinizde. Güneşler doğsun eserinizin üstüne şefkatle. O güneş şefkat denen bir örtüye sarılı yüreklerinizde bekliyor. Bütün güzellikler sevgi aydınlığında ortaya çıkıversin. Çiçekler çizilsin renk renk umut ve güzelliklerle. Tuvalinizin boş zeminini sabrın yeşil rengine boyayın. Güneşiniz gülümsesin hep ışıl ışıl. Kahır, beddua, lanet, sabırsızlık iksiri mahvetmesin şaheserinizi. Gönüllere mutluluk, akıtsın hep. Hoşnut gönüllere mutluluk dolsun. Ve yüceler yücesi eşsiz Rab, ortaya koyduğunuz şaheserinizle meleklerine karşı övünsün. Ebedi namınız, sonsuz alemlerde yankılansın. Bu şaheserinizle iyilik defteriniz, hiç ama hiç kapanmasın. Bu çok kıymetli şaheser, mahşeri sergilerde ilelebet asılsın. O şaheseri çıkarabilen ebeveynlerden olmamız dilek ve duasıyla!


Bunlar da ilginizi Çekebilir

1 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz