Huy” sandığımız “takıntı”larımız

İnsanın doğuştan gelen bazı “huyları” vardır. Bir de huy sandığımız takıntılarımız var. Yani doğuştan gelmeyen… Yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olmayan… İstersek ve çabalarsak kolaylıkla terk edebileceğimiz… Zamanla bünyemize yerleşen ve neredeyse psikolojik destek almamıza neden olacak kadar abarttığımız takıntılarımız!

 

Etrafınıza bakınca dikkatinizi çekiyordur. İnsanlar, kendileriyle ilgili sorular sorarlarken ya da birlikte yaşadıkları kişilerin sıkıntı ve zorluklarıyla ilgili bilgi almaya çalışırken şu ifadeyi kullanıyor:

 

“… Eşimle (kardeşimle/annemle/babamla vs.) anlaşamıyoruz. Benim bazı huylarımı kabul etmiyorlar!”

 

Veya…

 

“Kızımın huyları yüzünden çocukları ve eşi kendisinden bıkmaya başladı. Ona nasıl yardım edebiliriz?”

 

Sorulara dikkatle bakılırsa, aslında bahsedilenlerin “huy” olmaktan çıkmış ve “takıntı”ya dönüşmüş karakter özellikleri olduğunu düşünmemek mümkün değil

 

Huy, genel anlamda “mizaç” kelimesiyle birbirini karşılıyor. Mizaç, huy dediğimizde, insanın doğuştan getirdiği temel özellikler aklımıza gelir. İslam literatüründe buna bir anlamda “fıtrat” diyoruz. Yaratılıştan gelir ve neredeyse tamamen psikolojik kaynaklı durumları temsil eder.

 

Huy/mizaç/fıtrat kelimelerini kullanınca, günlük hayatta en fazla kafa karıştıran diğer yapı akla geliyor hemen değil mi? Yani “karakter” ve “kişilik” kelimeleri.

 

Karakter/kişilik, yapısal bütünümüzdeki sonradan kazandığımız özellikleri temsil eder. Hal böyle olunca da hiçbirimizin kişilik/karakter özellikleri diğerine benzemez. Çünkü doğuştan gelen mizaç/huy/fıtratımız, zaman içinde bulunduğunuz ailenin sosyal yapısına, aldığımız eğitime, toplumsal özelliklerimize, kazandığımız kültürel yapılanmaya göre değişiklik gösterir.

 

Biraz karışık gibi dursa da aslında son derece kolay bir formülasyon…

 

Huy/mizaç/fıtrat=doğuştan gelenler

 

Karakter/kişilik=sonradan kazanılanlar

 

Huy mu takıntı mı?

Tüm bu bilgileri aktarınca, insanlarda ortak huy ve yine ortak karakter özellikleri olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim. Dünyanın neresinde doğmuş olursak olalım, insan olmamız nedeniyle, doğuştan beri getirdiğimiz ortak huy ve karakter özelliklerimizin olduğu, yapılan pek çok araştırmayla sabitlenen bir bilgi haline gelmiştir.

 

Demek ki huylarımız var. Bir de huy sandığımız takıntılarımız var. Yani doğuştan gelmeyen… Yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olmayan… İstersek ve çabalarsak kolaylıkla terk edebileceğimiz… Zamanla bünyemize yerleşen ve neredeyse psikolojik destek almamıza neden olacak kadar abarttığımız takıntılarımız!

 

Dilerseniz bu takıntılardan örnekler sıralayayım:

 

Her şey tam ve mükemmel olsun isterler. Eksiklikler ve noksanlıklar onları sürekli rahatsız eder. Zihinlerinde tasarladıkları işleri yaptıklarında kendilerini huzurlu/mutlu hissederler. Minicik bir eksiklikte, sanki dünyanın sonu gelmiş gibi sıkıntılı duygularla boğuşmak zorunda kalırlar.

 

Herkes için en iyi olanın, kendi düşünce ve fikirleri olduğunu zannedip dururlar. İnsanların düşüncelerini değiştirmek için çabalarlar. Değiştirecekler ama tabii ki bir şartla… Herkes onun söylediği noktaya gelecek!

 

Duygu kontrolü zordur bu kişilerde. Kolaylıkla tartışmaya girebilirler. Söylenen sözlerin kendilerine karşı söylendiğini düşünüp, hemen karşı saldırıya geçebilirler. Huyları tanımlama cümleleri ise son derece meşhurdur: “Haksızlığa tahammül edemiyorum!” Oysa her insanın haksızlığa tahammül etmemesi gerekir. Ve zulme karşı başkaldırması gerekir. Bu özellikteki insanların bahsettiği haksızlıklar, günlük yaşama yayılmış ve kendilerinin ikinci plana itildiği kompleksini yaşamalarına vesile olan cinsten haksızlıklardır. Bu da önemli bir detay anlayacağınız üzere…

 

Yukarıdaki maddeye bağlı olarak, ergenlik döneminde insanın yapısına “esneklik” özelliğinin yerleşmesi gerekir. Takıntıya dönen durumlarda bu esneklik devreye girmez. Kişi sıra dışı durumlarda, farklı bakış açıları geliştiremez… Derken takıntılı bir düşünme yapısı, inat, mükemmeliyetçi düşünmeye başlama gibi süreçler devreye girmeye başlar. Ve bunların takıntı olduğunu bilmediği için, yaşadıklarının tamamının “huyu” olduğunu sanmaya başlar.

 

Etrafındaki insanlarla ilişkileri kontrol etmeye başlar. Hatta öyle çok kafa yorar ki beyni uyuşmaya başlar. Örneğin, kocası eve gelmeden önce, annesinin evine uğramasın, iş arkadaşlarıyla niye öyle değil de bu şartlarda konuşmuş gibi doğrudan kendisini ilgilendirmeyen meselelere bile takılmaya başlar. Bunları da düşünürken, en doğal hakkı olduğunu belirtmeyi de unutmaz.

 

Bir şeyin huy olup olmadığını anlamak zor değil. Çünkü insanlarda yaratılıştan gelen ortak bazı özellikler var. Fıtrattan gelen, mizaç da dediğimiz huylar.

 

O halde başlayayım doğuştan gelen ve tamamen biyolojik kaynaklı ortak özelliklerimizi sıralamaya:

 

Birinci özelliğimiz; yenilik arama. İnsanoğlunun doğasında düşünce ve davranışlarında hep yenilik isteme, yeniliği arama huyu vardır. Yenilik isteriz. Yenilik ararız. Tabii ki bu yenilik arama huyumuzu, “Falanca yıllık evliliğimizden sonra eşimden sıkıldım, yenilik aramak amacıyla başka aşklara yelken açtım” şekline çevirmemek gerekir. Çünkü sıradaki diğer ortak huylarımız bir yandan da bu maddenin olumsuz kullanımdaki cevabı olacak. Sadece yazıyı sabırla okumaya devam etmeniz gerekli.

 

İkinci özelliğimiz; zarardan kaçınma. İnsanoğlunun yaratılıştan getirdiği en önemli huylarından diğeridir bu madde. Kişi, nerede, kiminle, ne zaman yaşıyorsa yaşasın, temel işlevi zarardan kaçınmak şeklindedir. İntihar etmeyi ve artık yaşamdan bıktığını düşünen insanlar bile, en sıkıntılı anlarında dalgın dalgın yol kenarında yürürlerken, aniden üzerlerine gelen hızlı arabayı görünce, refleks olarak kendilerini yolun kenarına fırlatırlar. Fırlatırlar diyorum çünkü düşünerek, uzun uzadıya karar vererek kendini kurtarma davranışı değildir. Sadece içgüdüsel olarak refleks tepkiyle yapar o kadar. Zarardan kaçınma huyumuz sayesinde hayatta kalmayı ve zarar görmemek için çabalamayı sürdürürüz. Yukarıdaki maddede yer alan şakayla karışık verdiğim örnekteki durum, bu maddeyle birlikte tehlikeye girmiş oldu. Çünkü eşinden sıkılıp değişiklik aramaya başlayan evli çiftlerde; diğer eş, kendisini korumak için ciddi tedbirler alacaktır. Bu da yeni aşk için yelken açmış beylerin/bayanların işini zorlaştırır, haberiniz olsun.

 

Üçüncü ortak özelliğimiz; sebatkarlık. Çeşitli tarih ve dönemlerde, dünyanın herhangi bir yerinde varlığını sürdüren her insan için yaratılıştan gelen önemli bir huydur tuttuğu işi bırakmamak, işin devamı ve sürekliliği için çaba harcamak. Bu maddeyi okuyan tüm genç arkadaşlarımızın harekete geçmesini diliyorum. Çünkü gelen birçok mailde “Ben başladığım işi yürütemiyorum, beceremiyorum” şeklindeki durumlar yaratılış gerçeğimizi yansıtmıyor. Allah insanların doğasına, bir işe başlamayı ve başladığı işi sürdürmeyi şifrelemiş. Yapamıyorum demek, beceremiyorum demek; en iyimser söylemle “Başarmak için ne yapacağımı bilmiyorum” anlamına gelir. Hatta bana kızmasın genç arkadaşlarım ama; tembelliğin farkında olmadan kişiliğin bir parçası haline geldiği bireylerde “Başarmak istemiyorum, zor geliyor” gibi bir şekle bile dönüşmeye başlamış demektir. Bu durumu tersine çevirmek çok kolay. Zira yaratılıştan gelen biyolojik özelliklerimiz, her işin üstesinden gelmemizden yana sevgili genç okurlar!

 

Son ortak özelliğimiz; ödül bağımlılığı. Biz insanoğlunun ödülle, onaylanmayla ve onura edilmeyle yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği hiçbir durum yok. Hepimiz zaman zaman ödüllendirilmek, onaylanmak, tebrik edilmek isteriz. Kimi zaman tatlı bir kabul edici bakış ödüldür bizim için, kimi zaman tatlı bir söz. Ödülü maddeye bağlamanın verdiği zararlara dikkat ederek, duygusal ödüllerin hayatımızdaki önemini anlatmaya bile gerek yok sanırım.

 

Huylarınıza haksızlık yapmayın

Özetle söylemek gerekirse; bir şeyin huy olması için yaratılıştan gelmesi gerekir. Yaratılıştan gelenleri yukarıda sıraladığımıza göre, “Huyum bu, vazgeçemiyorum!” söylemleriyle arkasına sığındığımız bazı davranışlarımızın, aslında bizim zaman içinde geliştirdiğimiz alışkanlıklarımız olduğunu bilmemiz gerekir.

 

Alışkanlıklar değiştirilebilir, huylar değiştirilemez!

 

Lütfen huylarımıza haksızlık yapmayalım. Huylarımız; insan olma zemininde, farklı kültür ve toplumlardaki insanların tümünü ortak bir parantezde toplama işlevini yürütüyor. Bu kadar önemli ve cici bir süreci, kendi oluşturduklarımızla ve değiştirmekten üşendiklerimizle zedelemeyelim.

 

En azından bu yazıyı okuyan herkes, bugünden itibaren söylem şeklini değiştirebilir. “Huyum bu, ne yapayım, değiştiremiyorum ki… Ama eşim de (annem/babam/kardeşim/nişanlım vs.) beni anlamıyor” demeyeceğiz. “Kendime böyle bir alışkanlık geliştirmişim… Nasıl olduysa! Sanırım onun isteklerini yerine getirme konusunda zorlanıyorum. Ama elimden geleni yapacağım” diyebileceğiz.

 

Ne de olsa huylar ortak… Alışkanlıklar çeşit çeşit…

 

Yazıyı önemli bir hatırlatma yaparak bitireyim. Pek çok kişi vesveselerini "huy" zannediyor ve bunlarla yaşamaya, hatta kendi vesveselerini aile yakınlarına dayatmaya çalışıyor. Yazıyı okuduktan sonra huy zannettiğiniz takıntılarınız/vesveseleriniz olduğunu düşünüyorsanız lütfen profesyonel yardım alın. Psikolojik destek çalışmalarıyla bu takıntıların önüne kolaylıkla geçebileceğinizi bilin.

Mehtap Kayaoğlu- Moral Dünyası Dergisi


Bunlar da ilginizi Çekebilir

1 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz