Bu Bahar Hafiflemeye Ne Dersiniz?

gonca_anıl-150x150Bahar geldi ve etrafı yeşiller sardı. Güneş paltosunu çıkardığından olsa gerek, artık daha çok ısıtıyor yeryüzünü. İnsan daha enerji dolu başlıyor güne şimdilerde. İşte tam temizlik zamanı… Bahar temizliği…

Ama bu temizlikte camları silip perdeleri yıkamak; koltukları, halıları temizlemek yok. Bu temizlik başka… Kararan kalbimizi parlatıp, vicdanımızın tozunu alma zamanı… Bakıp da görmeyen gözlerimizi, duyup da anlamayan kulaklarımızı temizlemenin günü bugün…

Belki bu bahar yaşayacağımız en son bahar olacak, kim bilir? Temizlik için ne çok geç, ne de çok erken… Dün artık yok, yarın belki de hiç gelmeyecek, ama bugün tam zamanı.

Hanımları pek çok konuda savunabilirim de bir konuda asla: alma ve biriktirme hastalığımız… Bazen çok ucuz olduğunu düşünüp, bazen de "Bir gün lazım olur." diye aldıklarımız ve evin ücra köşelerine yığıp sakladığımız onlarca hatta tonlarca kıyafet, bugün ihtiyacı olanların kullanması için yer değiştirmeli belki de ne dersiniz? Biliyoruz ki daha zayıf olmamızı bekliyor pek çoğu. Kiloca eksildiğimizi bile düşünsek, dolabımızda yıllarca bekleyen o kıyafetleri giymek yerine, bu büyük zayıflama sevincimizi yenilerini alarak kutlarız. Bu demektir ki bugün giymediklerimiz yarın da giyilmeyecek. O zaman bekletmemizin anlamı ne?

Sürekli yeni giysilerle ne kadar da yenilenmiş görünüyoruz, ya her yenilikte eskiyen vicdanımız? Yardıma ihtiyacı olanların değil farkında olmak, yanından bile geçsek görmüyoruz, çünkü vitrin ışıkları gözlerimizi kamaştırıyor. Mağazaların albenisine kapılıp gidiyoruz. Şu zavallı halimize yine kendimiz acıyoruz, “Koskoca bir ay oldu hiçbir şey almadım üstüme.” diye üzülüyoruz. Sıklıkla “Giyecek hiç bir şeyim yok.” diye dert yanıyoruz. Varlıkta yokluk bizimkisi. "Yardım" deyince bu yoksul(!) halimize güzel bir alışverişle yardım etmek geliyor aklımıza... Zavallı biz, gerçekten de yardıma ihtiyacımız var. İnsanlığımızı yeniden kazanmak için muhtacız en büyük yardıma…

Sürekli favori rengimiz değişiyor. Aldığımızın farklı renklerinden de birer tane sahip olabilmek için bahaneler üretiyoruz durmaksızın. “Bugünlerde kırmızıyı çok seviyorum.”, “Mor kendimi daha iyi hissettiriyor bu mevsimde.” diyerek, gardıroplarımızla birlikte üstümüz başımız da renklenip gökkuşağına dönüyor, ama zifiri karanlıklara boğuluyor kalplerimiz.

Belki bu bahar son bahar olacak yaşadığımız… Bırakın sehpaların üstü tozlu kalsın, camlardaki yağmur izlerinin kimseye bir zararı olmaz, halıdaki lekeler de bir süre daha bekleyebilir. Bu sefer temizliğe kullanmadıklarımızı bir kenara ayırmakla başlayalım. En azından bir sene boyunca kullanmadığımız her şeyi çıkaralım dolaptan.

Mağazalarda kampanyalar, indirimler 365 gün sürerken, her güne alışveriş yapma zorunluluğu doğuruyor. Bir hafta bir şey almadığımızda, gözümüze uyku girmiyor ve bu eksiği tamamlayabilmek için alışveriş mağazalarında fazla mesai yapıyoruz. Kimilerimiz mağazalarda çocuklarımızı kaybedecek kadar kendimizden geçiyoruz, parıltılı reyonlarda… Bitmek bilmeyen mesailerde zaman ve paramızı da kaybediyoruz ama asıl kaybettiğimiz; kanaatkârlığımız.

Gittiğimiz altın günlerinde, gezmelerde en şık olmalıyız, en çok iltifatı toplamalıyız da, bu beğenilme arzusunun sınırı nerede? Şanımız yürüse gitse; giydiklerimiz, taktıklarımız, aldıklarımız dilden dile dolaşsa ne yazar? Ömrümüzün birkaç metrelik beyaz bir bez parçasında son bulacağı gerçeğini hangi şöhret değiştirebilir? Bizi bugün giydiğimiz giysilerce değerlendirip iltifatlara boğan insanlar, gerçekten dost mudur ki bizim için hayati önem taşıyor söyledikleri? Gerçek dostlar, üzerimize her gün aynı şeyi giydiğimizde bile gözlerimize sıcacık bakabilenlerdir. Önemli olan bedenin üzerini saran renkli kumaşların şatafatındansa, içindeki gönül zenginliği değil midir?

Hepimiz bu diyardan bir gün göçüp gideceğiz, uzun yaşayanı olmuş da, burada temelli kalanı var mı tanıdığınız? Biriktirip, tonlarca para harcayıp, servet haline getirdiğimiz mal varlığımızı dolaplarda saklayıp, kimselere vermeye kıyamadığımız o güzelim eşyaları, biz terk-i diyar ettiğimizde arkamızda kalanlar ihtiyacı olanlara verecek. Ardımızdan dağıtılacağına, kendi ellerimizle vermek daha güzel değil midir?

İşsiz bir babanın uykusuz gecelerine bir fener olsa dolap bekleyen kazaklarımız; aceleyle aldığımız ama aylardır giymediğimiz o yepyeni elbise, giydikleri üzerinde paralanmış bir annenin gözlerini parlatan bir neşe olsa… Beşinci paltomuzu gözden çıkartabilsek de, askıda bekleyeceğine, üşüyenlerin sırtını ısıtsa… Yarın uyandığımızda onlarcasının içinden bir çift ayakkabımız eksilse hayatımızdan, ne çıkar? Dolaplarımızda aylardır, hatta yıllardır nöbet tutan eşyaları artık özgür bırakma zamanı, aynı zamanda cömertliğimizi kurtarma zamanı hapsettiğimiz hücreden.

Ne mi olacak şimdi? Kullanmadıklarımızı ayırıp, ihtiyacı olanlara ulaştırabildiğimizde kalbimizi boğan karanlık, vicdanımızın üzerine binmiş kalabalık kalkacak. Evimizin dolapları boşalıp kullanmadığımız eşyalar eksilirken, asıl hafifleyen gönlümüz olacak. Çok büyük bir yük kalkacak omuzlarımızdan.

Bu bahar hafiflemeye ne dersiniz? Mutlu edebilmek ve mutlu olabilmek için…

 

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

4 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz