Gıybet

Yıllar önce seyrettiğim bir belgeselde, hayatının baharında bir genç kızın yakalandığı amansız hastalığı ve ölüme doğru ilerleyişi anlatıyordu. Günbe gün genç kızın bedensel faaliyetlerinde gözle görülür değişiklikler oluyordu.

Bir süre sonra düşünme ve konuşmada dâhil insana ait tüm fonksiyonlarını yitiriyor, kendini kontrol edemez hale geliyor ve etrafa saldırıyordu. İçler acısı bu durum karşısında aile tamamen çaresiz, ne yapacağını bilemez haldeydi.

Deli dana hastalığına yakalanmış olan geç kız delirerek hayatını kaybediyordu. Belgeselde genç kızın hastalığının sebebi araştırılıyor ve sonunda kasaptan aldığı etin hastalıklı olduğu ortaya çıkıyordu.

Peki, bütün bunlara sebep olan deli dana hastalığı nereden gelmişti? Nasıl bir hastalıktı? İşte işin en ilginç yanı burada başlıyordu. İlk defa ölü insan eti yiyen yamyam kabilelerde görülen bir hastalık olması düşündürücü idi. (1950li yıllarda Papua Yeni Gine’deki Kuru (Fore) kabilesinde görülmüş) Hastalığın etkeni prion denilen bir protein idi.

Ölmüş insan eti yenilmesi sonucu prionlar hızlı bir şekilde beyni etkiliyor ve beyni süngerimsi bir hale dönüştürerek yok ediyordu. Prion proteini vücutta kendine benzer bir protein bulduğu zaman bölünerek çoğalıyordu ve bu yolla bulaşan hastalıkların tedavisi mümkün olmuyordu. Ölü kardeşinin etini yiyenlerin kendi de ölüyordu hem de çok vahim bir şekilde.

Hayvanlarda deli dana hastalığına sebep ise ot ile beslenmesi gereken evcil hayvanlara kendi artıklarından yapılan besinlerin yedirilmesidir. Yaratılışa aykırı bu durumu atalarımız "Ata et, ite ot verilmez" diye çarpıcı bir biçimde vurgular.

Yamyamlık diğer adı ile Kanibalizm her ne sebeple çıkmış olursa olsun sonuçlarının çok korkutucu olduğu şüphesiz. Yamyam bazı kabileler geçmişte bu hastalık sebebiyle yok olma noktasına bile gelmişler.

Bir diğer enteresan bilgi de belgeselde anlatıldığına göre hastalığın kadınlarda daha sık görülmesi idi. Geleneklere göre ölü etini kadınlar ve çocuklar yiyor, erkekler yemiyordu.

Biz Müslümanların ‘ölü kardeşinin etini yemek’ deyince ilk aklımıza gelen gıybetle ilgili ayetlerdir.

Kur’ân-ı Kerim muhatabı olan akıl sahiplerini düşünmesi ve sakınması için uyarır. Gıybet etmeyi, ölü kardeşinin etini yemeye benzetir ve ardından da; tiksindiniz değil mi diye sorar.

“O halde Allah’tan sakının! Şüphe yok ki Allah, Tevvab ve Rahimdir. Yani tevbeleri çok kabul eden ve merhamet edendir.” (Hucurat, 12)

Madde yapımızı özellikle beynimizi tahrip eden prionlar gibi gıybet de manamıza etki ediyor aslında. Gıybet iflas etmek demek bir bakıma; hem akli melekelerimizi yitirip doğru düşünmemizi elimizden alan hem manevi kazançlarımızı bir hiç uğruna yok eden. Ebu Kılabe (ra) şöyle diyor: “Gıybet, kalbin hidayet ve hayır duvarlarını yıkarak, harap eder.

Başkasını dedikodu etmek aslında ahlaki zafiyetimizi gösterir, hala ham olduğumuzu ilan etmektir. Niçin birbirimize güvenmiyoruz, niçin bu kadar şiddet ve nefret var, niçin vaktimizin bereketi yok diye düşünmek gerek.

Hz. Sadık (a.s) Resul-i Ekrem'in (s.a.v) şöyle buyurduğunu söyledi:

"Gıybet, Müslüman kişinin dininde yemeğin midesinde yaptığı etkiden daha hızlı bir etki yapar."

Bin bir zahmetle örmeye çalıştığımız hidayet ve hayır duvarlarını ne kadar da çabuk yıkıveriyoruz.

Sadece birbirimizin ardından konuşmakla kalmıyor, bir milleti, kavmi ya da bir topluluğu tek bir sözle öldürüp etlerini büyük bir iştahla yiyebiliyoruz. Medyadaki kitlesel gıybetleri yani cinayetleri düşündüğümüzde ise durum çok daha vahim bir hale geliyor. Bilerek, isteyerek, kurgulayarak cinayetler işleniyor, kimse ses çıkarmıyor.

Taammüden adam öldürenler vicdani mahpushanelerde ıslah edilmesi gerekirken aramızda serbestçe dolaşıyor. Üstelik katilleri evlerimizde ağırlıyor, büyük bir zevkle yenmek üzere ölü etlerini ikram ediyoruz. Her selamımızla benden emin ol dediğimiz kardeşlerimizin eti ile her geçen gün daha obez oluyoruz.

Biz farkında olmasak da yüzyıllar boyu insanoğlu, bu illete müptela olmuş. Gıybet, nice canlar yakıp, haneler yıkmış, nice ocaklar söndürmüştür. Korkunç bir ölüme sebep olan deli dana hastalığının tedavisi henüz bulunamadı ama çok şükür ki gıybetin tedavisi var. Yeter ki bu hastalığımızın farkında olalım.

Salihlerin öncülerinden, Süfyan-i Sevri’ye sormuşlar.

- Peygamber Efendimiz (sav): “Çok et yenen bir hane halkından, Allah nefret eder.” hadisiyle neyi kastetmiştir?”

- Gıybet edenleri kastetmiştir. Zira hiç durmadan Müslümanların etini yiyorlar!

Rahmet kapılarını kendi elleriyle kapatanlara acıyalım. Gıybet edenlere engel olmaya gücümüz yetmiyorsa o bulaşıcı hastalığa yakalanmamak için bir an evvel oradan uzaklaşalım.

Yunus Emre

’Kişinin hayzıdır ağzında gaybet

Ki gaybet söyleyen bulmaya rahmet’’ diye seslenir bize.

Hakkı ve sabrı tavsiye edenlere selam olsun.

Selma Aşıkoğlu


Bunlar da ilginizi Çekebilir

10 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz