Bırakıp Gidemediğim Kariyer

gonca hanımAslında ne kadar kolaydı kapıyı çekip çıkmak… Çalışan kadın olmak…

Şıkır şıkır giyinip süslenip; işi gücü, ne var ne yoksa evde bırakmak…

Evde sadece işler değildi kalan; kadınlığımı bıraktım yıllarca, yeteneklerimi ve huzurumu da. Fıtratım evde beni bekledi ve ben ise ondan bihaber dışarıda huzuru aradım. Onsuz olamadı, fıtratıma rağmen bulamadım mutlu olmanın yolunu…

Kadın olmanın en ayrıcalıklı hissini tatmıştım ilk defa; anne olduğumda…

Kapıyı çekip gittiğimde ardımda bırakacağım şey, daha büyüktü bu sefer… Bir yavru emanet etmişti Yaradan. Ben gidersem kim kalırdı yanında, kim “emanetim” diyebilirdi ona? Ben canımın parçasına arkamı dönebilirsem, kim canı gibi bakabilirdi?

Bir minik canlının en güvenli yurdu olmuştu, vücudum… Minik gözlerini açtığı dünyadan korkan çaresiz varlığı yanımda sükûn bulmuştu. İlahî gıdayı Yaratıcı’sı daha o gelmeden bende hazırlamışken, ben nerelere götürebilirdim bedenimi, ondan uzakta? Ben varsam tok, ben yoksam aç ve aciz; kalabalıklar içinde bile kimsesiz kalacağını bile bile; gidemedim.

Karnını herşey doyururdu belki, ona herkes “yavrum” diyebilirdi. Ama onun “annem” diyeceği tek kişiydim hayatta.

Varlığım ona huzurdu, yokluğum derinden bir ölüm acısı; onun canının yanacağını bile bile; gidemedim.

Şu fani hayat üç günlük bir ağaç gölgesiydi… Bizler ise gelip geçiyorduk dünyadan.

İlahî bir şefkatle bağlandığım yavruma hangi mal mülk, para pulu miras bırakabilirdim? Ne kadar yaşayacağımı, onun ne kadar daha hayatta kalacağını bilmeden?

O büyürken yanında olmadığımda, hangi varlığa “senin içindi hepsi” diyebilirdim? Yıllar sonra “Seni, senin için bensiz bıraktım.” dediğimde geçer miydi yüreğindeki acılar, söner miydi içini kavuran yangınlar?

Anladım ki ona bırakacağım en büyük zenginlik, içinden çıkmayacak bir “anne duygusu”ydu. Ben öğrendikçe bir annenin bir çocuk için ne demek olduğunu, esirgeyemezdim kendimi ondan… Bu bir tercih değil, Allah tarafından verilmiş bir görevdi; nasıl karşı gelebilirdim?

Fıtratıma uygun davranarak çoğuna göre “Özgür kadın” olmaktan vazgeçtim, tembellik zannetti bunu kimileri; kimileri “Boşa mı okudun yıllarca?” dedi.

Okuduklarım boşa gitmesin, diye mi emanetimi bırakacaktım? Ona ve fıtratıma yaşatacağı zararları bile bile… Diplomalarıma yazık olmasın, diye mi yazık edecektim savunmasız yavruya?

Çalışan kadın olmanın kattığı prestije ve “Çocuk da yapıyor kariyer de.” diyenlerin dünyevi methiyelerine mazhar olamayacağımı bile bile… Belki de hayatımda ilk defa “Elalem ne der?” diye umuruma katmadan, “mühendis hanım” asaletinden vazgeçtim. Maaş kartımdan, çantalarıma uygun çizmelerden, kıyafetlerime yakışan kolyelerden, 15 dakikada kapı teslim yemek siparişlerinden vazgeçtim.

Uğraştığım şey çoktu, ama etrafımca “boş” algılandım, pek çok ortamda “neler yapıyorsun” diye sorulmaması pahasına, varlığımın kabul görmemesine rağmen de olsa gidemedim.

Tembel ve çağdışı anılacağımı bile bile; “çalışkan, üretken, modern, çağdaş” sayılmaktan vazgeçtim.

Vazgeçince anladım ki şu albenili dünyada üretmek sadece evin dışında değilmiş, kadının en büyük üretkenliği evindeki annelikmiş...

Yıllarca aradığım huzuru onda bulmuşken, yavrumu bırakıp gidişim onunla birlikte kendimi de çıkmazlara itmekmiş…

Bir canlının kalbindeki tahta hiç inmemek üzere yerleşip, en büyük kariyere sahip olmuşken; işte bu sefer fıtratımı çiğneyip gidemedim ve bütün kariyerlerden vazgeçtim...

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

35 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz