Sen Varsın ve Ben Seni Görüyorum

gonca-profil (1)Tarihe ilk psikolojik deney olarak geçen bir çalışma çıkmıştı karşıma yıllar önce. Nuvit Osmay’ın İnsan Mühendisliği kitabında:

1924 yılında Amerika’da bir deney yapılmış. 500 kişinin çalıştığı bir fabrikada fizikçiler, kimyacılar, daha pek çok bilim insanı ışığın arttırılmasının orada çalışanların üzerinde ne gibi etkiler yapacağını incelemek üzere toplanmışlar.

İşçiler çalışırken fabrikanın ışığı yavaş yavaş yükseltilmiş. Verim de ışıkla beraber artmaya başlamış. Fakat bir müddet sonra durmuşlar, çünkü ışığın bundan fazla artması mümkün değilmiş. Fizikçiler “elektrik ışığını artırmakla verimi arttırdık” diye sevinmişler. Yalnız psikologlar bu sonuç için kararsızmış, bu sefer ışığı yavaş yavaş azaltalım, demişler. İlginç ama verim yine artmış. Bu deney günlerce devam etmiş, ışık artsa da eksilse de verim artmakta. Bu hayret verici bir şeymiş tabii. Fizikçiler, kimyacılar, psikologlar araştırmanın sonunda anlamış ki:

Orada bulunan işçiler böyle yüksek bilim insanlarının kendileriyle ilgilendiklerini görünce daha fazla çalışmışlar. Çünkü adam yerine konduklarını düşünmüşler. Kendilerine önem verildiğini hissetmişler Sonuçta, ışığı artırmanın veya eksiltmenin asıl çalışma verimi üzerine psikolojik faktörler kadar etki etmediği anlaşılmış.

İşte bu çalışma, insanın ilgiye ne kadar muhtaç olduğunu gözler önüne seriyor aslında… Her birimiz varlığımızın onaylanmasını bekliyor değil miyiz karşı taraftan?

“Var olma” ihtiyacımız var çünkü hepimizin, daha dünyaya gelmeden anne karnında bile hareketlerimize tepkiler bekleyen canlılarız ya da etrafımızdaki seslere tepkiler gösteren. Sanki ben burdayım, diyebilmek ve fark edilmek için can atıyoruz o günden beri.

Birçok davranışımız, varlığımızı onaylatmak için bir çabaya dönüşüyor…

Bir insanın hayatında en önemli şeylerden biri olsa gerek, değer görmek… Su gibi ekmek gibi, ihtiyaç…

“Sen varsın ve ben seni görüyorum.” mesajını koşulsuzca alabilmek…

Ve ait olduğun meslek, aile, millet için değil, “insan olduğun için değerlisin” i hissedebilmek… Yaşın, işin, tecrüben ne olursa olsun, görünür olabilmek.

Daha minicik bir çocukken “oyalan” diye oyuncaklara boğulmak değil, bir içten anne baba ilgisini duyabilmek yüreğinde.

İşten eve gelince yorgun haline eşinden “yoğun bir gündü galiba, çok mu yoruldun” u duyabilmek sıcacık…

Hasta ezikliğini hissetmeden doktora dökebilmek can acıtan derdini…

Öğretmen üstünlüğüyle bertaraf olmadan merak duygun, doyasıya öğrenen olabilmek…

Emirlerle yaralanmadan yüreğin, yaptığın işe ruhunu verebilmek usulca…

Anne baba enaniyeti taşımadan, bir insan olarak paylaşabilmek hayatı çoluk çocuk…

Nerde ne yapıyorsan yap, değerli olduğunu hissedebilmek koşulsuzca.

Bütün anormal davranışların kökeninde çocukluktan süregelen “değersizlik hissi” vardır, der, Adem Güneş.

Değersizlik bu denli kimyasını bozuyorsa insanın, değer gördüğündeki halin güzelliğini kim ölçebilir?


Bunlar da ilginizi Çekebilir

11 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz