Kibir değil,İzzet

Ne zaman kibirden konuşsak, aklıma ilk olarak Abdülaziz Bekkine Hazretleri'nin şu sözü geliyor: "Bana kâfiri getirin, kibirliyi getirmeyin." (Nurettin Topçu'ya Armağan, Sayfa 179) Sadece bu söz bile, konunun vahametini göstermeye yetiyor. Demek ki, hem kibirden, hem de kibirli kimseden uzak durmamız gerekiyor. Ha kibrit, ha kibir. İkisi de yakıcı. Son yıllarda şöyle bir şey oluyor: Bir yandan Türk Dil Kurumu yabancı kelimelere karşılık bulmaya çalışıyor, bir yandan da bize mahsus kelimelerin 'yabancı' karşılıkları yaygın hale geliyor veya getiriliyor. Bir anlamda, kelimelerin ve kavramların içini boşaltıyor, derinliğini yok ediyorlar. Sözgelimi hırsızlık demiyorlar da yolsuzluk diyorlar. Ahlak değil etik, insan değil birey, kibir değil özgüven vs. "Hırsızlık yapmış" demek ile "yolsuzluk yapmış" demek, belki de bundandır, toplumumuzda aynı yankıyı uyandırmıyor. "İnsan eşref-i mahlûkattır" diyorsunuz da, aynı şeyi birey için söyleyemiyorsunuz. Diliniz varmıyor.

* * *

Tekrar kibir bahsine dönelim.

Dücane Cündioğlu, "Büyük bir kayıp yaşamadan irfan bulunmaz, kibirden uzaklaşılmaz" diyor. Daha basit ifadeyle, burnumuzun sürtülmesi icap ediyor. 'Burnu havada olmak' deyiminin karşılığı da az-çok kibirdir. Kendimizden emin olmamız, bizi emin biri yapmaz. Kibirli değilim demek de öyle. Şu veya bu nedenden dolayı 'kibir abidesi' haline gelenlere soracak olursanız, "kendilerine olan saygıdan" falan bahsedecekler. Kibrin çıkış noktası da zaten burasıdır: Kendini beğenmek yahut kimseyi beğenmemek... Kurumlanmak, böbürlenmek. Bize yakışan, kibir değil, izzettir. Mizah ile sululuk, hırs ile tutku, gurur ile onur nasıl aynı şeyler değilse, izzet ile kibir de ayrı dünyaların kelimeleridir, kavramlarıdır. İnsan için, izzette itibar ve şeref vardır, kibirde yoktur. Büyüklük, ululuk, azamet gibi anlamlara gelen kibrin insana yasaklanması, ancak 'haddini bilme' olarak açıklanabilir. Hatırlatmak gerekirse, Allah'ın doksan dokuz isminden biri de el-Mütekebbir'dir. Yani, büyüklüğünü bildiren. (Sırrını ifşaya kimsenin kâdir olamadığı ya da kimsenin mülküne karşı onu zorlayamadığı veya kimsenin kendisine ihsanda bulunamadığı... Sadreddin Konevi'nin Esmâ-i Hüsnâ Şerhi'nden, Sayfa 58.)

* * *

Kibir, iddia sahiplerini sever. İddia, kibri de beraberinde getirir, getirmiştir. Büyük konuşmak, çoğu zaman iyi sonuç vermez. Örneğin 'kibir kulelerini yıkacağım' iddiasıyla ortaya çıkar, sonra da kendinizi o kulelerden birinde bulursunuz. Genellikle böyledir. Ali el-Havvas'a "ilmin afeti nedir" diye sormuşlar; "iddia sahibi olmaktır" cevabını vermiş. Bunu da notlarımız arasına katmış olalım. Kibir kurdu kalbe girdiği andan itibaren, insan olmanın basit ve ince özellikleri yavaş yavaş kaybolmaya başlar. Kendi adıma, kibirli bir kimsenin vefalı, merhametli ve hakkaniyetli olabileceğine inanmıyorum. Buradan şuraya varabiliriz: Kalbin en birinci düşmanı stres veya kolesterol değil, kibirdir. Tabiatta ise kibir yoktur, ilham ve tevazu vardır. Bu yüzden olsa gerek, kırsal kesimde yaşayanlar, şehirlilere nazaran daha çok tevazu sahibidirler. Çünkü tabiatta, her şey kendisidir, bir başkası olmaya çalışmaz.

yazının devamı için;

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=29.08.2012&y=Ibrahim_Tenekeci


Bunlar da ilginizi Çekebilir

1 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz