Doğum Günün Kutlu Olsun

Aylar öncesinde bir gün, kızımla bir alışveriş merkezinin küçük oyun parkına gitmiştik. Kızım oyuncaklarla oynamaktan çok, kendinden birkaç yaş büyük çocukları izlemekten keyif alıyordu, ben ise anne ve babalarını inceliyordum gayri ihtiyari.

Muhtemelen üç yaşına yeni girmiş güzel bir küçük hanım, bir hayli mutsuz halde ağlıyor, hırçın bir şekilde bağırıp, çağırıyordu. Zor durumda kalan babası da onu sakinleştirmeye çabalıyordu. Konuşmalardan anladığım kadarıyla bir oyuncağı çok beğenmiş ve ısrarla alınmasını istiyordu. Babası “Kızım daha yeni doğum günü partini yaptık, binlerce hediye geldi, daha hepsini açamadık bile.” diyerek, yeni bir oyuncak almama konusunda ikna etmeye çalışıyordu hırçınlaşan kızını. Ama nafile, evde bekleyen binlerce hediye paketinin içinden çıkacak sürprizlerin düşüncesi, onu mutlu etmeye yetemiyordu. O sadece beğendiği oyuncağın hemen alınmasını istiyordu.

O an gördüğüm sahne karşısında hem üzüldüm hem de düşündüm: “Acaba nedendi çocuğun umurunda olmayacak onca hediyeyle dolu bir doğum günü partisi?” Onu mutlu etmeye yetemeyecek “binlerce hediye” gerekli miydi?

Günümüzün doğum günü partilerini gözümün önüne getirdi bu tanıklık ettiğim hadise. Çocuğun bilincinde olmadan yapılan doğum günü kutlamaları acaba gerçekten çocuk için mi yapılır?

Daha dünyadaki ilk yılını yeni doldurmuş bir bebek için, seçilen büyük pastanın siparişi ve alma telaşı, anne babalar için oldukça zahmetlidir. Üzerinde şirin resimler olan, pahaca ağır, stresiyle hem cebi, hem beyinleri yoran özel yapım pastalardır aslında bu seçilenler ve bebeğin kendisinin yiyemeyeceği bu pastalar için bu kadar zahmet gerekli midir?

Pasta başında fotoğraf çekilmek üzere beklerken, bebek poz vermek yerine bu renkli cümbüşe avuçlarıyla dalmak ister. Pastanın süsü bozulmasın diye engellenir. Bu onun için lezzetli ve özel yapım bir pastadan öte renkli bir oyuncaktır oysa. Etraftaki davetliler ise annesiyle arasına giren yabancı varlıklardan başka bir şey değildir. O istemediği halde yanaklarını sıkıştıran yabancılar biran önce gitsin ister aslında. Annesini emebilmek ve doyasıya uyuyabilmektir yegâne dileği. Oysa pastayı kesmeden, hele mumu üflemeden uyuması günün manasına terstir, bu yüzden uykusunu açmak için çok çabalar harcanır. Uyumasın diye kucaktan kucağa gezdirilir, gezdirildikçe sıkılır, uyuyamadıkça huzursuzlaşır. Dile gelebilse“Hani benim doğum günümdü, annem neden başkaları etrafında fır dönüyor?” cümlesini kurmak ister. “Her gece giydiğim pijamalarım ne kadar da rahattı.” demek ister, üzerindeki rahatsız kıyafetler içinde kıvranırken. Aslında onun için bir kutlama yapıyoruz derken, bir eziyet değil midir bu minicik cana reva görülen? Evet doğmuştur, ne büyük bir gündür onun aileye katılışı. Kesinlikle kutlanmaya değerdir o minik kalbin dünyada atmaya başlaması.

Ancak minicik bir yavru bu tür kutlamalarla mutlu olabilir mi? Onun için en büyük mutluluk annesinin kucağında sakince yatmak ve babasının şefkatli sesini duymakken, bunca kalabalık ve gürültü onu sıkmaktan öteye geçemez aslında. O halde daha çok, anne babaların kendilerini mutlu etme çabası değil midir tüm bu telaş? “İyi ki doğdun.” dan ziyade, “İyi ki doğurdum günleri.” değil midir, misafirlere süslü ikramlar sıralanan, en özel kıyafetlerin giyildiği, minicik yavrunun rahatını göz ardı ederek, uykusundan mahrum etmek, sert kıyafetler içinde sıkmak pahasına da olsa düzenlenen bu günler?

Aslında ne özel bir gündür doğum günü. Kırmızı ve buruşuk bir suratla doğduğu ilk saniyede alnından öpüp, gözyaşları içinde “hoş geldin” dediğim minik kızımla o ilk karşılaşmamızı hatırladığımda çok daha iyi anlıyorum ki; hayattaki en özel an belki de bir bebeğin doğum günüdür.

Hatırlanmaya değer yegâne bir gündür o büyük gün. Anne babası olarak aldığımız bir karar üzerine, her doğum günü anısına, süslü pahalı pastalar, büyük partiler olmayacak kızımın payına düşen. Onun kalbinin bu dünyada attığı sene sayısınca bir ağacı olacak göğe yükselen. Hep birlikte toprağı eşip, içine yerleştirdiğimiz, yapraklarına birlikte dokunduğumuz, can suyunu ellerimizle verdiğimiz bir canlı olacak her sene kızımıza hediyemiz. Yıllar sonra yapraklarında kuşların cıvıldaştığı, gölgesinde çocukların oynadığı, etrafa yeşillik ve güzellik saçan bir canlı ağaç…

Büyüdüğünde bir ormanı olacak, belki de çoğu ağaçlarının nerede olduğunu bilmediği ama yenilen pastalar, tüketilen hediyeler yerine aksine yıllar geçtikçe büyüyen bir hazinesi olacak kızımın... Onca zahmet, külfet ve gereksiz bir sürü uğraştan daha kolay ve güzel değil midir böylesi?

İkinci yaşına birkaç ay kala, büyük günü kutlamak üzere; bahçede kar nedeniyle yıkılan bir ağacın yerini ayırttık bile. Bakalım hangi şanslı ağaç kızımın minik ellerinde can bulacak? Geçen sene ki çamdı, bu seneki belki ıhlamur olur belki limoni servi, kim bilir?


Bunlar da ilginizi Çekebilir

7 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz