Yazlık Torunları

O akşam annemlerin iftar davetinin en genç misafiriydi; Buse. 6 yaşında, dünya güzeli gözleriyle, akıllı ve sempatik tavırlarıyla kendini sevdiren, abla edalarıyla kızıma oyun arkadaşlığı eden güzel kız…

Uzunca bir yaz dönemi için, yaklaşık 7 ay, anne babasından uzakta, anneannesi ve dedesiyle kalmaktaydı. Anne babası çalışıyordu ve aynı şehirde ikamet eden ve ona bakan anneannesi mekân değiştirip köylerine gelince onun da birlikte gelmesi gerekmişti, en az üç yüz kilometre öteye.

Anneannesi teravih namazı için camiye gidince kızımla oynamak üzere evde kalmayı kabul etti.

Oyuncaklarla oynuyor ve henüz 2,5 yaşında olan kızımı oyuna dâhil ediyordu. Birlikte geçirdiğimiz zaman arttıkça daha iyi tanıyabilmiştim onu. Son bir saat içinde en az on defa “Korktum…” cümlesi kurmuştu. Açık olan balkon kapısından, televizyonun kapalı olmasından, odanın sessiz olmasından, pencerenin açık olmasından, uyuma ihtimalimden, rüzgârla sallanan perdeden korktuğunu söylemiş ve korku cümlelerini tekrarlayıp durmuştu.

Kolları üşüyen kızımın kıyafetini değiştirmek için gösterdiğim basit ilgiden sonra “Yeni gelen çocuklar, geldikleri evdeki kişilere ‘anne’ deseler olmaz mı?” gibisinden, belli belirsiz çekingen bir cümle kurdu. “Mesela kim kime öyle desin?” soruma, hiç düşünmeden “Ben sana .“ cevabını verişi içimde derin bir sızıya sebep olmuştu. “İstiyorsan bana ‘anne’ diyebilirsin tabii ki, ‘abla’ da diyebilirsin.” demiştim doğru cevabı çok da kestiremeden. Ama ilgim onu oldukça mutlu etmişti ve “abla” demeyi seçmişti. Sonrasında, gerekli gereksiz yerde defalarca bana “ablam” diye hitap etmişti.

Üst üste kovaları koyup kuleler yaparken, kendi kendine “Keşke annem babam yanımda olsaydı, onları çok özledim.” deyiverdi. “Burayı seviyor musun?” soruma, “Burayı da seviyorum, evimin olduğu yeri de seviyorum, ben her yeri severim.” kaçamak cevabını verirken gözleri daha anlamlı şeyler söylüyordu.

Anneannesinin anlattığına göre, annesine “Anne ben artık büyüdüm, sen işe gittiğinde evde yalnız kalabilirim.” demiş geçenlerde. Bu şüphesiz ki, geceleri de olsa, on beş yirmi dakikalığına bile olsa senin ve babamın yüzünü göreyim, kokunuzu hissedeyim yeter, gündüz yalnız kalıp korksam da razıyım.” cümlesinin üstü örtülü haliydi.

“Analı oğlak yarda oynar, anasız oğlak yerde oynar.” Atasözü ne kadar da anlamlı bir sözdü. Yanımda “yalnız” değildi ama küçücük haliyle “annesiz” di. Korkan ve tedirgin gözleri annesini arıyordu bütün korkularından kendini güvende hissetmesi için.

Dışarıda oynarken, bize doğru yaklaşan köpekten korkan kızımın, boğazımı sıkarcasına, tüm gücüyle kucağıma sığındığını hatırlayınca, anladım ki anneyle olmak bambaşka bir şey.

Kızımın ağladığı bir anda, ben teselli etmeye çalışırken, Busecik kızıma “Ağlarsan seni kimse sevmez.” demişti ki bu da duygularını bastıran, onu neşeli görünmeye itip, öğrenilmiş çaresizlik yaşatan psikolojik baskının dışa vurumuydu.

Daha birkaç saat önce hayatıma giren ve bir daha da çıkmayacak olan bu güzel kızın hali yüreğime çok dokunmuştu. Her şeyine karışan, küçük adımlarını ve en doğal çocuk hareketlerini bile herkesin içinde rahatça ve sertçe eleştirebilen anneannesinin, kızmalarına bulduğu kılıf da oldukça can sıkıcıydı: “Annesi olsa daha çok kızar.”

Uzunca bir yaz tatili için anne babasından uzaklaşmak zorunda olan tanıdığım ilk çocuk değildi Busecik.

Yaz tatillerini babaanne ve anneannesinin yanında geçiren pek çok küçük çocuk vardı bildiğim, tanıdığım. Büyükannelere göre haklı gerekçe; “Yanımda getirmesem, annesinin yanında daha rezil olacak.” Annesine göre ise, “Başka çarem yok.”

Büyüyen ve kendi kararlarını verir bir yaşa gelen çocuklar için ne keyiflidir, büyükanneler ve dedelerle birlikte olmak. Ama henüz anneye ve ilgisine muhtaç bir yavrunun durumuna, isteklerine bakılmaksızın kilometrelerce ötelere sürüklenmesi ne kadar adil? Kış dönemi torunuyla ilgilenen büyükanneler resti çekip, yazın “Ben giderim, o da benle gelir.” dediğinde farkında mı acaba kanından canından olan torununun ruhunu incittiğinin? Acaba asıl suçlu kim Buse gibi çocukların tahrip edilen ruhlarında? Anne baba tarafından yazlıklara itilen bir başka çocuk da “Annem babam beni sevmiyor, beni çöpe atsınlar.” demişti. Minicik ruhların bu denli derin psikolojik travmaya girmelerinde kim suçlu?

Mecbur olsun ya da olmasın, anneyi çalışmak zorunda bırakanlarda mı aramalı cevabı? Torununun kendine bağımlılığından içten içe tatmin duyan büyükannelerde mi? Güven duyulmayan koca, çalışmayı çağdaş sayan anne… Belki de “Ben doğurayım nasıl olsa büyükler bakar.” diyen zihniyette suç…

Peki, suçluyu bulmak Busecik’i kurtarır mı yaşadığı korkulardan, ileride yaşayacağı maddi, manevi sıkıntılardan?


Bunlar da ilginizi Çekebilir

6 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz