Kıskanırım Seni Ben



Yeni kitabım Gelin-Kayınvalide İlişkilerini TATLIYA BAĞLAYALIM dan bir hikaye daha...

Kıskanırım Seni Ben

Afra evinin kapısına geldiğinde kendini artık bırakmış, gözyaşları sel gibi akmaya başlamıştı. İçeri girer girmez hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Evde kimse yoktu. "Annem, annem!" diye inledi.

Annesi birkaç aydan beri rahatsızdı. Önce basit bir şey zannedilmiş, basit tedaviler uygulanmıştı. Fakat bunlar iyi gelmeyince daha geniş tetkikler yapılmıştı. O sabah gelen tahlil sonuçları hastalığının ciddi ve ilerlemiş olduğunu gösteriyordu. Annesinin moralini bozmamak için bütün gün babası ve üç kız kardeş mühim bir şey yokmuş gibi davranmak için kendilerini zorlamışlardı. Evine girer girmez artık kendini bırakmıştı.

Çocukluğundan beni annesini kaybetme korkusu yaşamıştı. Artık çocuk değildi, otuz beş yaşında, iki çocuk annesi bir kadındı. Fakat annesini kaybetmekten hâlâ çok korkuyordu.

Annesini zorlu bir tedavi bekliyordu. Önce bir ameliyat olacak, sonra de tedavi devam edecekti. Maddi manevi zorluklarla geçecek günler, aylar – belki de yıllar – onları bekliyordu.

Annesini kaybetme düşüncesi içini yakıyordu. "Hangi yaşta olursa olsun zormuş, annenin ölümü. Anneme bir şey olursa ne yaparım?.." diye düşündü.

Afra'nın gözyaşları hiç dinecek gibi değildi: "Allah’ım, annem daha elli beş yaşında, çok genç... Ne olur, ona şifa ver, iyileşsin!" diye ellerini açarak ağlaya ağlaya dua etti.

On yıl önce evlenerek baba evinden ayrılmıştı fakat annesi ve kardeşleri ile telefonla konuşmadığı tek gün olmamıştı. Haftada bir gün de mutlaka gider görürdü. Afra'ya kalsa haftada birkaç gün ailesini görmeye gitmek isterdi.

Fakat kocası Halit bir türlü onun ailesini sevmemişti, Afra'nın da ailesi ile görüşmesini pek istemiyordu. Evliliklerinin ilk yıllarında bu problem yüzünden neredeyse boşanıyorlardı. Aile büyüklerinin araya girmesiyle "haftada bir gün" ailesi ile görüşme kararında uzlaşmışlardı. Tabii Afra'nın bu arada ailesini görmeye gideceği gün ve dönüşünde kocasının asık yüzüne de tahammül etmesi gerekiyordu.

Kocasının maddi durumu iyiydi; ailesinin ise o kadar iyi değildi. Babası esnaftı, kazancı fena değildi; fakat anne-babası hiç birikim yapmamışlardı. Yemeyi, gezmeyi, harcamayı seviyorlardı. Afra, kocasının zengin değiller diye onları hor gördüğünü düşünüyordu. Çünkü onun ailesine olan bu aksi tutumunun başka bir açıklamasını bulamamıştı. Ailesi iyi insanlardı ve damatlarına karşı hiç kötü bir davranışları olmamıştı.

Afra epey ağladıktan sonra kalkıp mutfağa geçti. Canı ne bir şey yapmak ne de yemek istiyordu fakat kocası için yapması gerekiyordu. Oğulları o gün kuzenleri ile görüşmek için amcasının evine gitmişlerdi ve gece orada kalacaklardı. Afra mutfağa yeni girmişti ki kocası Halit geldi.

"Hoş geldin!" diyen karısının şişmiş gözleri dikkatini çekti.

"Ne oldu, niye ağladın?" derken Afra bir fasıl daha ağlamaya başladı. Bir yandan da dolaptan yemeklik malzemeler çıkarıyordu.

"Ne yapacağımı bilemedim, akşam yemeğine ne yapsam?" dedi burnunu silerken.

Halit, bir yandan ağlarken bir yandan yemek yapmaya çalışan karısına şaşkınlıkla baktı. Sonra kolundan tuttu, onu mutfaktan çıkardı.

"Ağlayan bir kadının elinden hiçbir şey yemek istemiyorum. Arasaydın yiyecek bir şeyler alır gelirdim. Gel otur, önce otur ve ne olduğunu bana anlat." dedi.

Salondaki koltuklara karşılıklı oturdular. Afra hiç konuşmuyor, sadece ağlıyordu. Halit burnunu çekerek ağlayan karısına kağıt peçete verdi.

"Şimdi ağlamaya biraz ara verip anlatır mısın?"

Afra sakinleşmeye çalıştı, derin derin nefes aldı.

"Annem çok hasta, ölüyor!" derken yeniden ağlamaya başladı.

Halit onun sakinleşmesini bekledi. Afra biraz daha ağladıktan sonra mevzuyu anlatmasını sabırla bekleyen kocasına o son tahlilleri ve doktorun söylediklerini anlattı.

Halit de çok üzülmüş görünüyordu:

"İyileşir inşallah, tedavi için elimizden geleni yaparız. Annen gayretli kadındır, pes etmez hemen. Hastalıkla mücadele eder. Baban ve sizler de moralinizi yüksek tutun ki ona destek olasınız."

Afra, ailesine karşı soğuk duruşu yüzünden kocasına kırgın ve kızgındı.

"Senin için öyle söylemek kolay. Zaten annemi sevmezdin, mutlu olmuşsundur!" dedi.

Halit karısının sözlerine üzülmüştü.

"Demek ki sen beni hiç tanımamışsın." dedi.

"Sen değil misin annemle çok görüşmemi istemeyen? Kırkı yılda bir annemlere giden?"

"Benim derdim annenle değil ki seninle. Severim ben anneni."

"Benimle ne derdin var peki, annemle ilgili olan?"

Halit sorusuna cevap vermedi.

"Sen bunları boş ver şimdi. Mühim olan, annenin iyileşmesi. Önce ona sahasında uzman iyi bir doktor bulalım, ameliyatını o yapsın. Annenin tedavisi ile ilgili masrafları ben üstlenirim, onlar zorlanmasınlar ama annen duymasın. Babanla biz hallederiz. Sen de bu günlerde annenin yanında ol, istediğin zaman gidebilirsin."

Afra kocasının bu anlayışlı ve yardımcı olan tutumuna çok şaşırmıştı.

"Tamam, alakan için çok teşekkür ederim. Fakat sebebini açıkla."

Halit cevap vermedi, bu mevzuda konuşmak istemiyordu. Afra çok ısrar etti.

"Onları seviyorum ama onlara gıcık oluyorum, bu yeterli mi?"

"Hayır, tabii ki yeterli değil, neden gıcık olduğunu da söyle."

Halit bir müddet yine cevap vermedi fakat Afra kocasının ailesi ile ne derdinin olduğunu öğrenmeye kararlıydı.

"Senin onlara olan sevgini kıskandım galiba."

Afra kocasının verdiği cevaba çok şaşırmıştı.

"Nasıl yani kıskandın? Bu cevaba inanmam işte. Beni bir erkekten kıskansan anlarım ama onlar benim ailem. Ayrıca sen kıskanç biri değilsin ki. Ben senin hiç kimsenin hiçbir şeyini kıskandığını görmedim. Hayır, doğru cevap bu olamaz."

"Başka cevap yok. Kıskandım. Annem, babam, kardeşlerim deyince gözlerin ışıldıyor, onları görünce çok mutlu oluyorsun. Elbette onları seveceksin ama ben en çok beni sev, istedim. Beni görünce gözlerin ışıldasın istedim. Sen annenlere uça uça gidiyorsun, onlardan dönerken ise kanadı kırık kuş gibi geliyorsun eve.

"Bunun için mi yasak koydun yani?"

"Hele evlendiğimiz ilk zamanlar ne çok kıskanmıştım. Sanki hiç oradan gelmek istemiyordun. Beni de hep götürmek istiyordun ama oraya gidince beni âdeta unutuyordun. Varsa yoksa ailendi. Sen onlarla konuşurken sana bakıyordum. Benim yanımda hiç o kadar şen şakrak ve mutlu olmuyordun. Belki de benim suçumdu, seni mutlu edemedim ama onları da kıskandım işte."

"Hayır, böyle düşünme. Ben seni seviyorum, mutluyum ben seninle."

Halit devam etti. Madem mevzu açılmıştı, içinde ne varsa söylemeye karar verdi.

"Annenlerden gelince bile hep onlardan bahsediyordun. Onların yaptığı her şey senin için çok değerliydi. Onların sana, bana ya da torunlarına aldığı küçücük hediyeleri anlata anlata bitiremiyordun. Sanki bize dünyayı bağışlamışlar gibi. Fakat benim sana aldığım şeylere pek değer vermiyordun."

"Senin aldıkların da benim için değerli."

"Ayrıca benim aileme gideceğimiz zaman âdeta yüzün kararıyor. O kadar gönülsüz oluyorsun ki. Babamı seviyorsun ama annemi hiç sevmediğini biliyorum. Sen benim annemi sevmedin ama benim senin anneni sevmemi bekledin, bunun için bana kırıldın. Benim sana ne kadar kırıldığımı hiç düşünmedin."

Kocası konuşurken Afra'nın gözlerinin önünden pek çok şey geçiyordu. Kayınvalidesine giderken nasıl bir yüz ifadesi ile gitmiş olabileceğini gözünün önüne getirmeye çalışıyordu.

"Biliyorum, bizimkiler seninkiler gibi incelik bilmezler, hediye almayı düşünmezler. Sen annenlerin aldığı her hediyeyi gösterdikçe ben bizimkilerin kabalığını hatırlayıp sizinkilere iyice gıcık oldum."

"Benim hiç 'Seninkiler kaba, bak hiçbir şey almıyorlar...' gibi bir düşüncem olmadı.

"Bana mesaj öyle geldi. Senin yüzünün asılması için annem hakkında benim iyi bir şeyler anlatmam yetiyor. Senin ise annem hakkında bir şey anlatırken yüzün ekşiyor."

"Hayır, çok abartıyorsun. Ben annenden nefret etmiyorum. Tamam, birbirimizden pek hoşlanmadık ama senin söylediğin gibi de değil."

"Aynen öyle, sen yüzündeki ifadenin farkında olmuyorsun ama ben görüyorum. Bir gün de 'Annemlere gidelim...' deyince yüzün asılmış olmasaydı; bir gün de daha gitmeden 'Ne kadar kalacağız, kaçta döneriz?' diye hesap yapmamış olsaydın ne iyi olurdu...”

Afra sıradan yaptığı şeylerden kocasının bu kadar etkilenmiş olmasına şaşırdı.

"Sen de her şeyi kötüye yormuşsun." dedi.

"Bunların birini de annenlere giderken yapmadın. Onlarla az görüşmeni isteyince ayrılmaya kalktın. O zaman senin yanında ne kadar değersiz olduğumu gördüm. "

"Hayır, ama sen de her şeyden mana çıkarmışsın."

"Hatırlıyor musun, “haftada bir görüşme” kuralı koymadan önce yurtdışına gitmiştim, bir ay kalmıştım, sen de ailenin yanında kalmıştın. Her telefonda sesin o kadar mutlu geliyordu ki. 'Bizi merak etme, burada çok iyiyiz, rahatız, oğlumuzun da keyfi yerinde, onunla çok güzel ilgileniyorlar.' deyip duruyordun. Bir ay sonra bile 'Yeter artık gel, seni özledim, evimizi özledim, annemlerden bıktım.' demedin. Yalan da olsa deseydin."

"Böyle düşüneceğin hiç aklıma gelmedi ki..."

"Yani sen sebep oldun bu kıskançlığa aslında. Hatta o yurtdışı gezisinden bir an hiç dönmemeyi bile düşündüm. Senin annenlerin yanındaki keyfini bozmamak için... Döndükten sonra da bir ay boyunca annenlerde neler yaptığınızı dinlemek zorunda kaldım. Bu yüzden koydum o yasağı ve onlardan bahsetmeni istemedim. Sen ailenin iyiliklerini anlattıkça ben onlara kızgınlık duydum, sen onları bana sevdirmek için anlattıkça ben onlara daha da gıcık oldum."

"Ben özür dilerim, keşke daha önce söyleseydin bütün bunları."

"Ne diyecektim? 'Karıcığım lütfen ailenin yanına giderken mutluluğunu bana belli etme, kıskanıyorum...' mu diyecektim? Ya da 'Onların aldığı hediyeleri gözüme sokma...’ mı diyecektim? Yahut 'Onlardan dönünce evine ve bana geldiğin için üzgün görünme...' mi diyecektim? Bir erkeğin kıskandığını itiraf etmesi çok mu kolay sanıyorsun?"

Afra hiç sesini çıkarmadı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Davranışları ile farkında olmadan kocasının kendini değersiz görmesine sebep olmuştu. Fakat bundan sonra dikkat edecekti. Halit düşüncelerini anlamış gibiydi.

"Bunları söyledim diye sakın şimdi hiçbir şey yapmaya kalkma. Annenin ve ailenin sana ihtiyacı var. En çok onların yanında olman gereken bir zaman. Annen iyileşene kadar ben de maddi manevi senin yanında olacağım."

Kocasının söyledikleri Afra’ya çok dokundu. Bugüne kadar bu mesele hakkında çok başka şeyler düşünmüştü. Hatta "Bana değer vermediği için aileme değer vermiyor..." diye bile düşünmüştü. “İnsan en yakınındaki insanı, sevdiği adamı bu kadar mı yanlış tanırmış?" diye kendi kendine kızdı.

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

42 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz