Şu Modern Dünyada

gonca hanımOkul mevsimi başladı. Çantalar, formalar, kitaplar, defterler… Tam alışveriş zamanı. Okul kayıt dönemi…

Kızımı anaokuluna kaydettirirken, yeni tanıştığımız öğretmeni, annelere “ Üzüleceğiniz kıyafetler giydirmeyin.” dediklerinden bahsetti. Çocukları parkta rahatça oynatabilmek için, kirlenen kıyafetlerin annelere dert olmaması için.

Bir annenin üzüleceği kıyafetler var mıdır gerçekten? Düşündüm, hafızamda canlananları yokladım. Misafirliklerde üzerine bir kaşık yemek damladı diye, hemen çantasından yedek kıyafet çıkaran anneler geldi gözümün önüne. Çimen lekesi çıkmıyor diye, çocuğunun arkasından koşup, yerlerden kaldırmaya çalışan anneler... Üstü çamur olmasın diye, su birikintisinin önünden minik bedenleri çekiştiren anneler…

Anneannem anlatırdı. Eskiden mağaza, pazar yokken... Ayda yılda bir bayram öncesinde bir kumaş arabası gelirmiş ve oradan kumaş alabilen zengin sayılırmış. Ve bayram için elbiseler dikerlermiş, kendilerine, çocuklarına. Kim bilir kaç bayram giymek üzere… Onun dışında yeni kıyafet bulabilmek ne mümkün.

Şimdilerde herşey bol, her alım gücüne uygunu var, en pahalısı da, en ucuzu da. Kıyafetler katla katla bitmiyor. Balkonlara sığmıyor çamaşırlar. Dolaplardan taşıyor. Peki, neyin üzüntüsüdür bu bolluk içerisinde annelerin bir türlü kendini kurtaramadıkları?

Hayatımızda üzüleceğimiz sadece çocuğumuzun giysileri değil, hiç bir varlığımız olmamalı aslında.

Sadelikten uzaklaştıkça hayatlarımız, etrafımız mal ve eşyayla sarmalandıkça çok şeyden sorumlu hale geldik. Ve işte bunları ayaklarımıza bağ ettiğimizdendir ki yürüyemiyoruz. Oysa o maddiyatı gözümüzde değersizleştirdiğimizde kolaylaşacak şu modern dünyada yaşayabilmek. Saklayıp, sakınarak esiri haline geldiğimiz eşyalara kullanım hakkını vermekle hafifleyecek ruhumuz.

Zira her bir eşya birer araç, yaşantımıza eşlik eden. Ne zaman ki amaç haline geldi bir şeyler almak ve saklamak, işte o gün kayboldu iç huzurumuz. Arttı tahammülsüzlüğümüz…

O kaybetmekten korktuğumuz yükler, sırtımızda ağırlık etmeye başladı. Her şeyimiz olmasına rağmen, huzur ve rahattan uzaklaştırdı bizi. Hep bir kaygı, korku, telaş… Aman saatimin camı kırılır, telefonumun ekranı çizilir, arabamın döşemesi bozulur, halım lekelenir, elbisem kirlenir…

“Bozulursa bozulsun, canımız sağolsun” diyebilmek değil midir asıl yetenek? Yaşayabilme yeteneği… Modern dünyada yaşayabilme yeteneği…

Kıymet bilmemekten, değer vermemekten, bahsetmiyorum. Bir eşyanın hakkı onu amacına uygun kullanmaktır. Dolaplar ardına, aman zarar görmesin, diye saklayarak değil… Ya da kullanana eziyet ederek hiç değil…

Kırıldığında, kirlendiğinde üzüleceğiniz eşyalarınız var mı sizin de? Varsa eğer, çıkarın ortaya, özgürce kullanılmasına fırsat verin. Kırılırsa kırılsın, çıkmazsa dursun lekesi. O, yaşananların bir hatırası kalsın üzerinde.

Bu hızlı dünyada fazlasıyla yük var üstümüzde, hayatlarımız zaten oldukça kalabalık. İndirelim sırtımızdan gereksiz ağırlıkları. Daha az lüksünü almayı deneyelim mesela giysilerimizin. Vitrinlerden çıkartıp bir dost sohbetine eşlik etmesine izin verelim fincanlarımızın. Çocuklarımız gönüllerince oynasın tozun toprağın içinde, imkanları varken…

Şu modern dünyayı daha yaşanılası kılmak için, sanırım hepimizin bu özgürleşmeye ihtiyacı var.


Bunlar da ilginizi Çekebilir

10 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz