Çocuklarla İlgili Ne Düşünüyoruz?

35_bÇocukların masum ve günahsız olduğuna inandığımızı söylesek de, bilinçaltımızda çocuklara dair çok olumlu cümleler olmadığını düşünüyorum. Bir araya geldiğim pek çok anne, sorularıyla ele veriyor bu algısını çoğunlukla. Aslında farkında da değiller algılarının. Çocuklarına dair kaygıları o kadar üst seviyedeki, çocuklarının davranışlarını bu algılarından yola çıkarak yorumladıklarını fark edemiyorlar. “Ömür törpüsü, baş belası, yaramaz, haylaz, şımarık, kurnaz, tembel, söz dinlemez, yalancı, huysuz, mızmız, geçimsiz, paylaşmayı sevmeyen, kıskanç, ağlak, inatçı, uyuntu” benim şimdi bir kalemde yazabildiklerim. Çocuklar daha da fazlasını her gün anne ve babalarından ve etraftan duymaya devam ediyor ne yazık ki… Üstelik bazen çocuklarının duymadıklarını düşünerek olumsuz cümlelerle anlatıyor pek çok ebeveyn çocuğunu bir başkasına.

Anne ve babalar olarak çocuklara dair bu olumsuz algılarımız sebebiyle, onların yaptıkları davranışları bu olumsuz algı ile yorumladığımız için yani, çoğu zaman kriz anlarını çok daha içinden çıkılmaz bir hale dönüştürebiliyoruz. Çocuk “yaramaz, huysuz, geçimsiz” olduğundan bu krizin çıktığına ikna olduğumuz için, problemin parçası olmaktansa, savunma mekanizması ile problemin kaçanı ya da saldıranı haline gelebiliyoruz. Onların bu düşünceler sebebiyle dövülebilen ve cezayı hak eden varlıklar olduğunu düşünüyoruz. Çocuğuyla sorun yaşamayan ailelerin durumunu da ebeveynin doğru davranış biçimiyle değil, çocuğun huyunun güzelliği ile yorumluyoruz. Zaten çocuklar genelde amcaya, halaya, babaanneye, dedeye çekmiş olacağından(!) kendimizde çok da sorumluluk hissedeceğimiz bir durum olmuyor.

Tüm bu söylediklerimi çocukların ikinci yaşını doldurduktan sonra duymamız çok daha mümkün oluyor tabi. Peki nasıl oluyor da bu kadar masum olduğuna, kokusunun cennet kokusu olduğuna inandığımız yavrularımıza dair algılarımız ikinci yıldan sonra değişiyor? Çünkü iki yıla kadar çocuklarda “ben” oluşmuyormuş. Anne ve babalar çocukların “ben” leriyle muhatap olmaya başladıklarından itibaren “ben çatışmaları” da başlamış oluyor. Daha önce sadece bir “ben”in olduğu yerde çatışma çıkmadığından, ikinci yılın sonunda çıkan “ben” tutturmamaları anne ve babaları zorluyor. Oysa “ben” oluşmadan “sen” fikri oluşmazmış çocuklarda. Biz “ben”e saygı göstermeden, “sen” oluşsun istiyoruz pek çok kez. “Benim oyuncağım” demesine fırsat vermeden, “onun oyuncağı”, “senin eşyan” paylaşımı oluşsun istiyoruz. Sağlıkla giden bir süreci elimizle aksatıyoruz yani demem o ki…

Bir diğer hususta, aslında bir ihtiyaca karşılık gelen davranışın, eylemin, anne ve babaların algıları sebebiyle karşılanamaması. Tıpkı fiziksel ihtiyaçlarımız gibi, ruhsal ihtiyaçlarımız da karşılanmadığında, bunu dillendirmek isteriz. Biz yetişkinler bunu cümlelerle yansıtabildiğimiz için işimiz daha kolay olabiliyor. (Olabiliyor diyorum, bunu biz bile başaramıyoruz çoğu kez çünkü) Çocuklarsa henüz bunu yapamayacakları için, en ilgi çekici olan şeyle bunu anlatmaya çalışıyorlar.

Yani huysuzluk ve şımarıklık diye baktığımız ve daha da sinirlenmemize sebep olan şey, bir ihtiyacın karşılanmamış olduğuna işaret oluyor çoğu kez.

Çocukların doğdukları andan itibaren anne ve babalarının göğsünden kalbini çıkarıp temizlediğine inanan biri olarak, onların bu etiketleri hak etmediğini de düşünüyorum.

Eylemleri kasti değil, çocukça yani sadece…

 

Onlara dair yargılarımızı temizlemeden, yaşanan krizleri çözmek mümkün gözükmüyor. Kendi “ben” in ve “ihtiyaçlarının” farkında olanlar ancak çocuktaki “ben” i ve “ihtiyaçları” görebilirler. Bize düşen “ben”liğimize çarpanı etiketlemek yerine, anlamaya çalışmak olmalı.

İşte bu yüzden çocuklar en iyi öğretmenler...


Bunlar da ilginizi Çekebilir

0 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz