Ülkemizdeki Eksikliği Farketmek

yavuz tufan koçak
Daha önce bağımlılığım ve geldiğim noktayı paylaşmıştım sizlerle. Çaresiz, artık her umudun bittiği bir yerde yeniden küllerimden doğmayı lütfetmişti bana Allah. Bulunduğum ilçede daha önceden tanıştığım ama sonra devam etmediğim bağımlıların bir arada yaptıkları grup toplantılarına katılmaya başladım. Burada ki en önemli işlev diğer bağımlılarla birlikte olduğumuzda ve iyileşme için güç birliği yaptığımızda aklımıza içmek gelmemesiydi. Bu 1935 yılından beri tüm dünyada uygulanan bir yöntemdi ve ben bu toplantılarla tekrar yaşama dönmeye başlamıştım. Sonra neden ülkemizde bunun daha da gelişmiş hali olan köyler ve geçiş evleri yok, ben neler yapabilirim diye düşünmeye başladım. Evet çok net olarak gördüğüm ve yaşadığım ilaçsız,kilitli hastaneler olmadan! İyileşme oluyordu. İşte ilk derneği kurmam bu düşünceyle gerçekleşti.

İlaç sanayi ve bu konuda çalışan hastanelerin gücüne rağmen tek başıma aykırı birşeyler söyleme ve yapma çabasına giriştim. Gelirim hatta sosyal güvencem bile yoktu üstelik. Ama ben bağımlılık yüzünden her şeyimi kaybetmiştim, en azından bir kişi bile olsa bu kayıpları yaşamadan kurtarabilirim umuduyla bu yolculuğa başladım. Dernek gittikçe kalabalıklaşmaya başladı, çok iyi gidiyordu her şey. Yerel yönetimlerden, iş adamlarından ve birçok vakıftan destek almak için çabaladım ama zaten gelen bağımlılar da maddi olarak sıfırı tüketen kişiler olduğu için sonunda kirayı ödeyemediğimizden dolayı kapatmak zorunda kaldım derneği.

Yine de pes etmeye niyetim yoktu, çünkü hayatları değişmiş bağımlıların özellikle annelerinin ettiği hayır dualar beni kamçılıyor ve hizmete devam etmem için motive ediyordu. Bir gün zengin bir ailenin oğlu için benden yardım istemesi ve onu çok şükür üç buçuk ayda sıfır kimyasalla ayıklığa döndürmem sonucu şimdi ki derneği kurabildim. Evet aile sponsor olmuş ve bana bu daireyi tutmak, eşyaları almak için destek olmuştu. Sağolsunlar, onların katkılarıyla bir çok bağımlının hayatına dokunma şansım oldu. Bunlardan ilginç olan bir vakayı sizlerle paylaşmak istiyorum.” O aile ben medyada görünmeye başladığım için haklı olarak benden uzaklaştılar, her şey için onlara teşekkürü borç biliyorum. Kendi yağımızla çok zorda olsa devam etmeye çalışıyoruz hala.”

TANRI MİSAFİRİ

 

Hikâyesi bana benziyordu, tekrar yüzleştim geçmişimle onu dinlerken.

 

Derneğimizde klimalar arızalı,sanırım gazları eksik; ve temmuzun bunaltıcı sıcağından daha az etkilenmek için yine bütün grup arkadaşlarımla beraber Florya’daki güneş plajının oraya inmiştik.

Birkaç akşamdır alışkanlık haline gelmişti orada ağaçların altında oturmak, top oynamak, müzik yapmak ve tabii ki çay içmek.

Dedim ya, sıcaklar nedeniyle dernekteki çalışma planımız biraz aksıyordu, sabahları güne daha geç uyanarak başlıyor, geceleri de daha geç yatıyorduk.

Genellikle sahilden dönüşümüz gece iki-üçü buluyordu.

Aramıza yeni katılan bir iki arkadaş vardı ve onlar ilk ayılma günlerinde sıcaktan etkilenmesinler diye sistemi biraz da olsa değiştirmek zorunda kalmıştık.

 

O gece de herkes son derece keyifliydi, ben de tabi ki.

Arkadaşların ayıkken geçirdikleri hergün çok önemliydi çünkü.

Dernek binamız sahilden dört-beşkilometre uzaklıktaydı;yürümeye başlamıştık.

O gece biraz daha geç olmuştu saat, sanırım sabaha karşı üç buçuk civarlarıydı.

 

Derneğin önüne geldiğimizde, bankta aşırı derecede zayıf görünümlü genç bir adamın oturduğunu gördük.

Halinden anlamıştık onunda bir bağımlı olduğunu. Eee, damdan düşme meselesi!

Genç adam bizi görünce ayağa kalktı ve bize doğru geldi.

Ağzından kelimeler zoraki çıkıyordu: “Ben ölmek istemiyorum, yardım edin!”

Ayağındaki ayakkabı parçalanmış, üzeri toprakta yattığı belli olacak şekilde pislenmişti. “Sokaklara düştüm, çaresiz kaldım, lütfen yardım edin.” diyordu.

 

Bu feryat, hemen kendi ayıldığım ilk günlere götürdü beni.

Nasıl da çaresizdim. Yalnız kalmıştım, param yoktu ve izmarit toplayacak hale gelmiştim; ve bana yardım edecek kimse de yoktu. İçim sızladı...

Bu çaresizliği yaşamak nedir biliyordum ve üstelik o, artık eroinden kurtulmak istiyordu.

Buraya kadar gelen bir bağımlıyı geri çeviremezdik, ama dernekte çok kalabalıktık, çocuklar yerlerde şişme yataklarda yatıyordu ve başka yatak da yoktu, aslında olsa da serecek yer yoktu.

 

Allah’ım dedim nasıl bir ülke burası!

‘Önce insan’ demeyi ne zaman öğrenecek bu ülke.

Benim şartlarım zaten çok zordu,çoğu çocuğun sigara parasını dahi bulmak zorundayken bir kişiyi daha nasıl kaldıracaktım.

 

Bir an bunları düşünürken misyonum geldi aklıma:

Evet, ben kendimi bağımlılara yardıma adamıştım ve bir şekilde bu bağımlıya da yardım etmek zorundaydım.

“Hoş geldin!” dedik ve yukarı ofise çıktık.

 

Gün içerisinde maddesini kullanmıştı ve sabah krizi olacaktı.

Onunla bütün bunları konuştuktan sonra diğer arkadaşlarla da konuştu ve müthiş bir güven duygusuyla,“Dayanacam hocam!” dedi, “Burada gördüklerimden sonra bunu başaracağım.”

 

Evet, başardı.

Krizlerin büyük oranda psikolojik olduğunu anlamıştı,bu onun inancını, gücünü artırmıştı.

Şükürler olsun, birinci günü dahil olmak üzere hep dışarı çıktık,top oynadı,denize girdi,banyo yaptı, arkadaşları kendi giysilerini paylaştılar onunla, toplantılarımızda konuşmaya başladı ve iştahı açıldı; belki de en önemlisi, doğal olarak uyumaya başladı.

 

Evet, bugün bu genç adamın beşinci günü ve ona 24 saatlik madalyasını verdik, biraz giysi aldık ve gülmeye başladı.

İçinde, yıllardır göremediği dokuz yaşındaki kızını tekrar görebilme umudu doğdu.

Tekrar yaşam sevincini yakaladı.

Hoş geldin aramıza genç adam, hoş geldin...

Yolun açık olsun.

(Bu genç adam 19 eylül 2014 itibariyle bir aydan fazladır ayık ve hiç ilaç kullanmıyor!)


Bunlar da ilginizi Çekebilir

0 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz