Ağır ağır çıkacaksın şu merdivenlerden



Avrupa ve ABD’de hızla yayılan ‘Slow Parenting-Yavaş Ebeveynlik Hareketi’ Türkiye’de de yeni nesil birçok anne baba tarafından benimsenmiş durumda.

Çocuklarını İngilizce kursundan yüzme antrenmanına, her türlü aktiviteye yönlendiren ailelerin aksine yavaş ebeveynlikte amaç, minikleri özgür bırakmak...

Henüz okula bile başlamamış çocuklarıyla yemek yapan, bulaşık makinesini boşaltan, onlara teknolojik aletler yerine tahta kılıç hediye eden aileler anlatıyor...




Ahmet Haşim’in *Merdiven şiirinde söylediği gibi: “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden/ Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak...” Böyle bir hayat... İş koşuşturmacasından uzak, doğayla iç içe, huzurlu bir yaşam... Kimileri ‘yavaş’ yaşıyor olabilir ama özellikle şehirli çocukların böyle bir hayatı yaşaması imkansız hale geliyor. Neredeyse doğar doğmaz ikinci hatta üçüncü bir dil planlanıyor. Kreş yaşı 2’ye indi, 4 yaşından sonra hangi kurslara gideceği konuşuluyor. TV izlemeyi seviyor, teknolojik aletleri neredeyse ebeveynlerinden daha iyi kullanmaya başlıyor, henüz okullu bile olmadan! Zaten okul günleri de çattı mı neredeyse üst düzey bir CEO kadar yoğun geçiyor günleri! Çocuk yorgun, anne baba yorgun ama olsun hayat bir yarış değil mi!

Günümüzde bu hayatı reddeden ebeveynlerin sayısında ciddi bir artış var. Avrupa ve ABD’de yükselen bir trend olarak gösterilen Slow Parenting yani Yavaş Ebeveynlik Hareketi Türkiye’de de hızla yaygınlaşıyor. Amaç eski usul yöntemler gibi çocukları doğal bir şekilde büyütmek. Bu harekete inananlar çocuklarının hayatını kurslarla değil serbest oyunlarla donatıyor, onları alışveriş merkezleri yerine doğa yürüyüşlerine çıkarıyor. Gösterişli oyuncaklar eve girmiyor! Hatta çocuklarla birlikte bulaşık makinesini boşaltıp yemek yapıyor, sofra kuruyor, ‘yavaş ebeveynler’...

Çocuklarına dünyayı acele etmeden, yarış yapmadan keşfedebilmeleri için imkan sağlayan anne babalardan biri Ayça ve Alpay Oğuş çifti. Oğulları Erin, dört buçuk yaşında. Fotoğrafçılık yapan 34 yaşındaki Ayça Oğuş, Osho’nun Çocuk adlı kitabını okuduktan sonra çocuk yetiştirmeye dair görüşlerinin değiştiğini söylüyor: “Aslında çocuğun kendi kendine büyüdüğünü gördüm. Çocuğun zaten kendi doğası var, ona müdahale etmediğin zamanlarda da büyüyor. Fark ettim ki onunla hep oyun oynuyorum, eve çok oyuncak giriyor. Hayat onun için hızlı akıyordu. Ama sonra kendi işini kendisinin halletmesine izin vererek daha bağımsız bir çocuk olmasını sağlamaya çalıştım. Artık fazla endişelenmeden büyütüyorum onu.”

1.5 yaşında Uludağ’ın zirvesinde!

Oğuş, çocuğuna iki yaşından beri oyuncak almıyor. Erin vaktini tahtalarla, yaprakla ya da çamurla oynayarak geçiriyor: “Anneannesi Erin’e bir kılıç almıştı ama onu yazlıkta unuttu. Biz de ona bambudan kılıç yaptık. Doğadayken de sürekli kendine tahtadan kılıçlar yapıyor. Zaten hafta sonları mümkün olduğunca şehirde kalmıyor, kampa gidiyoruz. Yaprakla, toprakla oynuyor. Çamuru oyun hamuru gibi kullanıyor. Ticari oyunlara inat kurduğum ‘Benimle Oynar Mısın Anne?’ adlı bir oyun grubumuz var. Birkaç anne buluşup çocuklarımızın oyuncak olmadan da oynamalarını sağlıyoruz.” Fırsat buldukça kamp yaptıklarını da söyleyen Oğuş hayatı hem kendileri hem de çocukları için yavaşlattıklarını anlatıyor: “Biz ne yaparsak o da ayak uyduruyor. İlk kampını beş aylıkken yaptı. Bir buçuk yaşındayken Uludağ’ın zirvesine çıkıp deftere imza attık.”

Yavaş ebeveynlikte amaç her şeyi yavaş yapmak değil, çocukları bir yarışın içine sokmamak, onların dünyayı keşfedebilmelerini sağlamak asıl hedeflenen... Bu yüzden gelecekte oğlunu orta düzeyde bir okula vermeyi planladığını da belirten Oğuş, okul eğitiminin kendisi için çok önemli olmadığını anlatıyor: “Okuma-yazmayı öğrensin yeter. Okula gitsin ama bizim öğrettiklerimizi bozmasın istiyoruz. Zaten derslere boğulmaktansa oyunlar oynaması daha iyi. Elbette çocuk yetiştirirken tek bir doğru yok. Bu bir deney. Kendi hayallerimizi onun üzerinde uygulamaktansa onun hayallerine olanak sağlamak daha önemli.”

O tahta kılıçla, arkadaşı laptopla oynarsa ne olacak?

Prof. Dr. Kemal Sayar yavaş ebeveynliği destekleyen bir psikiyatrist. İçinde bulunduğumuz çağın şimdiyi yaşamaya fırsat vermediğini belirten Sayar bu durumdan en çok çocukların olumsuz etkilendiği görüşünde: “Ebeveyn olmanın önemi, kariyer sahibi olmanın karşısında güç kaybediyor. Çocuklarına iş yoğunluğundan dolayı yeterince vakit ayıramayan anne babalar onlara pahalı, gösterişli oyuncaklar alarak, kurslara göndererek bu duygularını bastırmaya çalışıyor. Oysa yavaş ebeveynliğe adım atsalar her şey daha iyi olur. Hızlı yaşam çocukları zihinsel olarak olgunlaştırıyor ama duygusal olarak geliştirmiyor. Oysa yavaş ebeveynlikte çocuk her anı yaşında ve dolu dolu yaşadığı için zamanında olgunlaşıyor.”

Çocuk Ergen ve Genç Psikiyatrı Dr. Neslim Doksat ise son zamanlarda Yavaş Ebeveynlik Hareketi’nin ihtiyaçtan kaynaklandığına dikkat çekiyor. Doksat, çocukların ruh sağlığı açısından her anlamda aşırıya kaçılmaması gerektiğini söylüyor: “Bu çocuklar ülkemizde yaşayacaksa yarışın dışında kalmaları imkansız. Arkadaşları teknolojik ve elektronik kahramanlardan bahsederken çocukların dışlanmaması için orta yol bulmak gerekiyor. Önemli olan hiçbir konuda abartılı isteklere kaymamak. Hayatın sunduklarını aile içinde konuşarak, gözden geçirdikten sonra çocuklara aktarmak, onlara kılavuzluk etmek gerekir.”

Birlikte soğan doğruyoruz

31 yaşındaki Seda Aydın da dört yaşındaki kızı Seden’i Slow Parenting yöntemine göre yetiştirdiğini anlatıyor. Aydın aynı zamanda bir grup veli ile yavaş ebeveynliği benimseyen Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği’ni kurmuş. Kızıyla birlikte oyunlar da oynuyor ama aynı zamanda bulaşık da yıkıyor, meyve soyuyor, ütü yapıyor. Aydın, kızını her zaman özgür bıraktığını söylüyor: “Bazı şeyleri sürekli deneyimleyerek yapmasına destek veriyorum. Örneğin, onu erken yaşta beslemek zorunda kalmadım, kendi başına yemek yiyebildi. Oyuncak neredeyse hiç almıyorum. Çünkü birlikte o kadar çok vakit geçiriyoruz ki başka bir şeye vakit kalmıyor. Onun odasına gidip kendi kendine oynamasındansa mutfağa girip soğan, patates doğramasını tercih ediyorum. Hayatı paylaşmış oluyoruz. Hatta bazen bulaşık makinesini de boşaltıyor. Dışarı çıktığımızda ise kimi zaman bir böceği kimi zaman bir yaprağı inceliyoruz. Hazır gıdalardan mümkün olduğu kadar uzak duruyoruz. Eğitimiyle ilgili de tedirgin değilim. 20 yıl sonra dünya nereye gidecek bilmiyorum ki! Bence çocuğumun sosyalleşebilmesi daha önemli.”

Ressam Yasemin Erdin Tavukçu kızı Serin ile birlikte yavaş yaşamaya uyum sağlamaya çalışanlardan. O da kızının sadece özgür bir hayat yaşamasına özen gösteriyor. Tahta oyuncaklar, bez bebekler Serin’in vazgeçilmezleri: “İki tane ahşap blokla kocaman bir kule, şato yapabiliyor. Oyuncak almak istediğinde hep doğru olanları seçiyor. Beraber omlet hazırlıyoruz, evi temizliyoruz, resim yapıyoruz. Bu sayede bir şeyleri başarabildiğinin farkına varıyor.”

Bahçedeki kaplumbağayı izliyoruz

Uzman psikolog Iraz Toros, aile içi iletişim seminerleri veriyor, okul öncesi çocuklarla çalışıyor. Aynı zamanda Küçük Kara Balık adlı okulun da psikoloğu. Aslında bu sivil veli inisiyatifiyle kurulan ve Montessori pedagojisine göre çocukları eğiten bir okul. Bu felsefenin yavaş ebeveynlikten pek farkı yok. Amaç çocukların özgürce yetişmesi için uygun koşullar sağlamak. Üç yaşındaki oğlu Rüzgar’a her şeyden önce saygı duyduğunu belirten Toros, onu sınırlandırmadığını anlatıyor: “Evimiz oyun alanı gibi. Bir tencere, bir kepçe en doğal oyuncağı. Kozalak, yaprak, kumla oyun oynayabiliyor. Bunlarla boyama yapıyor, inceliyor, dokunuyor. Onu mahalle kültüründe yetiştirmeye çalışıyorum. Tatilde tarihi bir Rum evinin bahçesinde yürüyen bir kaplumbağayı seyretmeyi tercih ediyoruz.”

Kaynak:Star Gazetesi


Bunlar da ilginizi Çekebilir

0 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz