Hay Sultan Üzerine

ahmet-ay2Gavs-ı Âzam’ı anlamak, bir kişiyi anlamak değil; onun ‘hayatı ve öğretisiyle şekillenmiş bir büyük yolu/ekolü anlamak’ manasına geliyor. Ve onun hayatını aktarmak da, bu yönüyle, sadece kişinin şahsiyetini veya biyografik bir sergüzeştisini okurların gözleri önüne sermek değil; bir yanıyla o olmak isteyen, onun gibi olmak isteyenlere yol açmak veya zaten açık olanı göstermek anlamında önemli.

Bu zor görevi omuzlarına alanlar, bu yoldaki müşkülleri de göz önünde bulundurarak hizmetlerine girişiyorlar. Ancak okurların yine de her zaman dikkatli olması lazım. Güneşin en güzel tarifleri bile, bizzat güneş değildir. Tarif, aslolana çıkmak için bir basamak olabilir sadece. Aslın yerine geçmemelidir. Böyle mümtaz insanları anlama çabaları da, müelliflerinin, okurların dünyasına daha zengin tarifler katma veya varolanı zenginleştirme çabalarıdır. Aslın etrafını kuşatıp “Tam anlamıyla bu, budur!” demek için değildir. Hassaten romanlarda...

İşte böyle güzel bir emeğin sonucu olarak Nesil Yayınları’ndan okurlarıyla buluşan bir kitap, önümüzdeki: Hay Sultan. Kitabın türünü ve konusunu hemen altbaşlığından anlamak mümkün: Bir Abdülkâdir Geylanî Romanı...

Öncelikle; yazar Nuriye Çeleğen’i, cesareti için tebrik etmek gerek. Zira roman türünün, kahramanını kuşatmaya çalışan müstebid yapısı içinde, tam anlamıyla o olamadığınız ve olamayacağınız birisini, metinlerinden/menkıbelerinden hareketle anlamaya çalışma; insanî ve ne de olsa kusurlu bir empati ile bunu birleştirip gerçeklikten ödün vermeyen bir kurgu içinde sunma, zor bir mesele.

Biz hâlâ romanın bu kurgusal ve hayale açık yanını, kendi gerçekliğimizle barıştırabilmiş değiliz. Tarihte bile bunu başarmak zor. Kaldı ki, İslam tarihinde. Hatta onun da içinde, hayatının detayları bu kadar önemli ve sonrakileri etkileyici olan kişileri yazmak meselesinde. Bu noktalarda romanın hakkını vermiş ve onun meyvelerini tam devşirmiş değiliz. Çünkü tereddütlerimiz var. Bunlar da insanî ve İslamî tereddütler. Yazdığımızı incitmemek üzerine tereddütler...

Bu romanda da Nuriye Çeleğen, böylesi tereddütlerle metinlerini çalışmış, çok belli. Çünkü kurgu içinde bir yandan Abdülkâdir Geylanî’yi anlatırken, bir yandan da okurunu ihtar eder bir şekilde geriye çekilip o hayatı kendisine aktaran babasından, kendi çocukluğundan kesitler sunuyor okuruna. Bununla farkettirmek istediği sanki şu:

“Ben de senin gibi ‘Abdülkâdir Geylanî’yi anlamaya çalışanım’ sadece. Babamın dizi dibinde öğrendiklerim ve kendi okuduklarımdan anladıklarımı aktarıyorum. Beni, o hazret hakkında, güneşi tam tarif edeceği iddiasında bir cüretkâr zannetme. O meraklı çocuk gibi düşün. Hayatımdan aktardığım kesitler gibi; Abdülkâdir Geylanî’den aktardığım bu kesitler. Bunlar da o güneşin kesitleri. Onun sınırlarını çizme değil, onu anlama çabası. Ne olur, o çocuktan daha iddialı görme beni.”1391633_580125485356439_2514765_n

 

Kitap içinde ikinci bir bölümlendirme şekli de Terk-i Nefsi Hal... başlıkları altında yapılmış. İşte bu noktada dikkatinizi, yazıya başlarken çektiğim şeye tekrar çekeceğim: Abdülkâdir Geylanî’yi anlatmak, yalnız hayatını anlatmak değil; yolunu da anlatmaktır. Nuriye Çeleğen de bu bölümlendirme ve ona göre seçilmiş içerikle Kadirî yolunun köşetaşlarını aktarmak istiyor bir taraftan okuruna... Sevmenin ifadesi olan bir benzemeyi nasıl yaşayacağımız, Geylanî’nin hayatındaki detaylara hangi pencerelerden bakacağımızı bu başlıklar veriyor bize sanırım.

Ve yine Nuriye Çeleğen çalışmalarında hep var olan o şiirsel dil. Cümlelerin birbirine kafiyeli, hatta cümle içindeki kelimelerin ona yakın ahenkli dizilişi. Vezinsiz, kalıpsız, nesirce bir şiir yazmak bu. Sanırım romanı leziz kılan; yalnızca güzeli anlatması değil, güzeli güzelce anlatması...

 

twitter.com/yenirenkler


Bunlar da ilginizi Çekebilir

0 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz