Nietzsche ve Babaannem Hakkında Birkaç Söz

Sevgili kitap dostları ve kurtları... (Gerçi bu kurt ifadesini de pek sevmiyorum ama...) Haftasonunu boş geçmedim ve azıcık televizyondan özveride bulunarak hem siz arkadaşlarım, hem de bizzat kendim için bir kitap daha okumuş oldum. Bize okumayı ve yazmayı sevdirene şükürler olsun. Kitabın ismi; Nietzsche ve Babaannem. Yazarı; Mustafa Ulusoy. Kitabın yayınevi; Karakalem. Basım tarihi; 2004. Baskı numarası; 4. Sayfa sayısı; 152. Ebadı da tahminime göre 13,5x19,5 civarında olmalı. Belki yine yarımşar santim oynuyor olabilir. Göz kararı söyledim.

Öncelikle, her kitapta yapmaya çalıştığımız gibi, biraz yazardan bahsedelim. Bu kitabın yazarı Mustafa Ulusoy, aslen Sungurlulu olan, 1965 doğumlu, bir psikiyatrist ve psikoterapist. (Ama kesinlikle bunlardan ibaret değil, emin olabilirsiniz. Daha fazlası da var.) Siz de benim gibi “psikolog” ile “psikiyatrist” kelimelerini karıştıranlardansanız söyleyeyim: İkisi birbirinden çok farklı şeyler. Psikologların ilaç yazmaya yetkisi yoktur, ama psikiyatristlerin vardır. Psikologlar edebiyat fakültelerine bağlı psikoloji bölümlerini bitirirler, ama psikiyatrisler tıp fakültelerinin psikiyatri bölümünü okumak zorundadırlar. Bu yönüyle onlar, yani psikiyatristler, kanaatimce daha kıdemlidirler. Psikologlar, psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde hem hastaların, hem psikiyatristlerin yardımcısı sayılırlar. Daha alt ve pasif bir konumdadırlar. Güçlerine gitmesin. :) Ağır vakıalarda psikiyatrik yardım almak mecburiyetinde oldukları için söylüyorum, başka bir şey için değil.

Yazar hakkındaki bu icmali bilginin ardından kitaba geçelim: Kitap, yine benim pek hazzetmediğim türden; yani çeşitli yer ve zamanlarda, farklı konular hakkında yazılan yazıların derlenmesinden oluşuyor. Böyle kitaplar hakkındaki kanaatimi kısmen bilirsiniz. Onların okuru “zorlayan” kitaplar olduğunu düşünürüm. Çünkü her yazı için (ve her yazı içinde) değişik bir konuya ve tarz-ı beyana konsantre olmak zorunda kalırsınız. Yazarlar, siz de bilirsiniz, bir hafta içinde yazdıkları iki yazıda bile birebir aynı üslubu koruyamazlar. Bu nedenle araya daha fazla zaman dilimlerinin girdiği yazılar bir araya geldiğinde, belki bilgi dolu, ama kesinlikle okur yorucu metinler ortaya çıkar. Bu kitapta da kem kanaatim değişmedi maalesef. Yine bir hayli zorlandım ve kitabı da bir hayli zorladım.

Fakat bunlar kafanızda kötü bir iz bırakmasın, Mustafa Ulusoy’un hakkını her şekilde vermek gerek. Eğer bir psikiyatrist olmasa, pekala bir öykü yazarı olabilirmiş. Hatta bence öykü yazmaya fıtrî bir kabiliyeti de var. Her olayı öyküye vurarak anlatıyor. Bu kitap boyunca da; hastalarıyla yaşadıklarından, özellikle şizofreni hastası insanların sözlerinden hareketle kendi hayatını öyküsel bir dille anlatıyor, eleştiriyor. Hatta bunu öyle başarıyor ki; hakikaten gıpta ediyorsunuz.

Mesela ilk yazılardan birinde bir şizofreni hastasının, hezeyanlarını anlatmaya başlamadan önce, vizitede “Geçmiş olsun” demesi üzerine birden meseleye bakış açısını değiştiriyor. Kendisini hastanın yerine koyarak benliğine hasta muamelesi yapıyor ve teşhis ettiği sorunları okurlarıyla paylaşıyor. “Acaba ben de kendimi sağlıklı sanan bir hasta mıyım?” diye soruyor yazı boyunca. Bu tarzda yazılmış dört veya beş tane daha yazı bu kitapta. Bu yönüyle hakikaten yazarın empatik yolculuklarını ilginç buldum, buluyorum. Bir hastanın karşısında oturan bir doktorun onun gözlerinden kendisine bakması; yani kendisini hasta, onu doktor görmesi enteresan bir şey... Bilmiyorum, size öyle gelir mi? Bana çok ilginç geldi.

Ayrıca yazarın hayata dair öyle güzel tespitleri var ki, bu felsefî yapısını takdir etmemek elde değil. Orijinal şeyler söylemeye çalışıyor Mustafa Ulusoy. Bir doktor olmanın, Amerikan Psikiyatri Birliği’nin verilerini okumaktan ibaret olmadığını çok iyi yakalamış. Kendisi de, kendi kültüründen hareketle güzel şeyler tespit edebiliyor, söyleyebiliyor, örnekler verebiliyor. Bu yönüyle psikiyatristler için de bir umut ışığı oldu benim gözümde. Öyle ya, bu meslek erbabının tek mehazı, kaynağı, veri tabanı; Amerikalı meslektaşları olmamalı... Kendileri de güzel şeyler söyleyebilmeliler.

Yazarın bir tek, kitaba isim babalığı yapan yazısında biraz takıldım. O yazıda Mustafa Ulusoy’u Nietzsche’ye karşı fazla amansız buldum. Ki bence, orada eleştirdiği de Nietzsche değil. Onun şahsında bütün Batı medeniyetini karşısına alıyor ve oklarını onlara atıyor. Fakat bir hata yapıyor ve bence arada Nietzshe de kaynıyor. Nietzsche’nin düşünmediklerini de o düşünmüş gibi ona giydiriyor. Hem o yazının sonunda söylediği “Nietzsche ‘Tanrı öldü’ dedi ve son sözü bu oldu” cümlesi kanaatimce yanlış. Hem şeklen yanlış, hem vardığı sonuç açısından yanlış. Zira yazarın da ahbabı olan Murat Çiftkaya’nın bir kitabında, o sözün yanlış anlaşıldığını okumuştum ben.

Hem o söz öylece bitmiyordu, şöyle diyor Nietzsche orada devamla: “Tanrı öldü. Evet, onu biz öldürdük...” diyordu. Devamında Murat Çiftkaya, bu cümlede kastedilenin; insanın “insanî yanlarını” öldürmesiyle ilintili olduğunu, Nietzsche’nin bunu kastettiğini söylüyordu. Yani aslında tanrı değil, insan ölmüştü, insanlık kendi değerlerini ve masumiyetini öldürmüştü.



Kitabın içinde birer birer çok güzel yazılar var. Mesela bir doktor ve hasta yakını arasında geçebilecek diyaloğu üç farklı şekilde kurgulayan güzel bir öykü vardı, onu beğendim. Sonra ağaçlarla ilgili tefekkür yolculukları sunan yazılar vardı, onları da beğendim. Birkaç tane daha var, tarzlarını orijinal bulduğum. Yalnız bazı yazılar da bu kitapta çok sırıtıyordu: Mesela ölüm ve ölüm konusunda çocukları bilgilendirme konulu yazı bir gazeteye hazırlanmış salt bilgilendirme yazısı gibiydi. Diğer yazıların edebî üslubu içinde biraz basit kaçıyordu.

Faydasız değildi, yanlış anlaşılmasın, ama daha az sanatlıydı. Normalde Mustafa Ulusoy’un kalemini gazete yazılarından da bildiğim için, o yazıyı biraz daha basit ve bilgi merkezli buldum. Bu da kusur sayılır mı, sayılmaz mı bilemem. Artık siz takdir edeceksiniz. Nihayetinde Mustafa Ulusoy güzel bir kalem, hakkını yememek lazım. (Yalnız şu yol tefekküründen bahseden yazıda da acayip bir ağır bir tefekkür yaptırmış yolcuya; bana bir yolcu için fazla düşünsel geldi. Kim bir otobüs yolculuğunda dikkatini bu denli açık tutabilir ki?)

twitter.com/yenirenkler

 


Bunlar da ilginizi Çekebilir

0 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz