Fatiha Hepimizin Annesi
- 28-02-2017
- KATEGORİ Ahmet Ay
- YAZAR Tuğba Akbey İnan

Fatiha’ya ‘Kur’an’ın annesi’ diyor ya aleyhissalatu vesselam, kalbimi avuçluyor adeta. Bence o ‘anne’ lafzı altında bir dolu sırra işaret var. Çünkü Fatiha, yalnız Kur’an’ın değil, insanlığın da ve hatta varlığın da annesidir. Yani en az annesi kadar şefkatlidir ona. En az annesi kadar onu düşünür. Kalbini, saadetini, hatrını, akıbetini sorar. En az onun kadar (elbette hep ondan fazla) kalbini sarar.
Ben ne zaman Fatiha’yı tefekkür etsem, baştan sona, Rahman ve Rahîm olanın tesellilerinden örülmüş bir metin görürüm. Daha başta, besmeleyle başlayan bu vurgu, devamındaki her ayetin içine sinmiş gibi gelir bana. Mesela; ‘malikiyevmiddin’e... Ne demek malikiyevmiddin? ‘Din gününün sahibi.’ Peki ‘din günü’ ne demek? Kimisine göre ahiret günü burada kastedilen, kimisine göre hesap günü, kimisine göreyse ceza/mükafat. Hangisi olursa olsun, hepsinde aynı merhametli mana var: Kaybolup gitmiyorsun yani. Batıp mahvolmuyorsun. Gitmeler sadece zâhirde. Ölmeler yine öyle.
Zâyi etmeyecek seni merhametli sahibin. Herşeyin bir hesabı var. Hesaplısın. Görülmüyor ve görünmüyor değilsin. İnce ince hesaplanansın. (Hesaplanmak, insana, 'yaratılmaktan' öte bir ilgiliyi hatırlatır. Demek ki, insan, yaratılıp kendi haline bırakılmış değildir. Takip edilmektedir. Ondan da öte hesap edilmektedir.) Nazarından hiçbirşey kaçmayanla ve bir işi bir işe mani olmayanla muhatapsın. Üzülme. Gözden kaçmayacaksın. İlgisizlik cehenneminde mahvolmayacaksın. Unutulmayacaksın.
Ve ödenecek bedeli kötü olanın. Ve alınacak hediyesi iyi olanın. Bunların hepsi hakikat. Hayalin kaçmasın fena kuyularına! Korkmasın. Bir önceki ayette Rahman ve Rahîm olarak Zat'ını tanıtan seni hiçliğe göndermeyecek. Belki de ‘Rahman ve Rahîm’ demekle bulunduğu vaadi—evet, Onun (c.c.) her ismi aynı zamanda tecelli vaadidir—tattırıp sonra elinden almakla (hâşâ) yalana kalbetmeyecek. Sevgisini nefrete dönüştürmeyecek.
İnsansın en nihayet. Fıtratını ve açlıklarını kabul et. Bir kaydı ve dolayısıyla devamı olmasa yaşananların, elinden şekeri alınan çocuk gibi olursun. Küsersin. (Ki küsmek, çabuk tedavi edilmezse, sevgiyi nefrete kalbeder bir zehirdir.) Kendisini sevdirmek için 'âlemleri hamdedilecek şeylerle donatan' Zat-ı Zülcemal, neden onları hiç dönmemecesine elinden çekip alarak kendisinden nefret ettirsin?
‘Errahmanirrahim’ ile hesap gününün bu kadar ilgisi var. Hatta o kadar ilgisi var ki: Kur’an’ın annesi, hesap gününü söyledikten sonra, acabaların/korkuların silinsin diye, Rahman ve Rahîm olduğunu tekrar hatırlatıyor. Endişene merhem sürüyor. Dehşetinden kurtarılıyorsun. İki Rahman ve iki Rahîm'in arasına bir 'hesap günü' sıkışıyor. Kalbin ferahlıyor.
Bazen diyorsun ki: “Her rekatta aynı sûreyi okumakta ne mana var?” Asıl ben sana sorayım şimdi arkadaşım: Bir çocuk annelik hakikatinin şefkatine ne kadar muhtaçtır? Annesi çocuğun arkasındaki dağdır. İsmini şarkı gibi her vakit söylemekle, hatta ağlarken bile, mutlu olduğudur. Varlığını hissetmekten sıkılmaz. Sen neden ‘Kur’an’ın annesini’ her rekatta tekrar etmekten sıkılıyorsun? Aslında garip olan bu değil mi? Abesiyet, eşyanın eksikliğinden değil, eksik nazarındandır. Bakışını düzelt arkadaşım. Baktığın zaten düzgün.
...
"Bütün medeniyetlerin özü ve ilerlemesi, yok edilmesi ve inkar edilmesine değil, devam ettirilmesine bağlıdır. Yazı, milletin tarihteki devamını sağlar ve "akılda tutma" şeklidir. Arap harflerinin kaldırılmasıyla Türkiye için, yazıda korunan geçmişin bütün nimeti kaybolmuş oldu. Birçok diğer "paralel" reformlarla beraber, yeni Türk nesli kendini manevi dayanaktan yoksun ve adeta bir çeşit manevi boşluk (vakum) içinde buldu. Türkiye kendi "hafızasını", geçmişini kaybetti. Bu durum kime gerekli idi?"
Bir dönem yasaklanan yakılan mushafların üzerine İhlas suresini okumak Kuran-ı kerimin üçte birini okumak gibidir dediler amaç en azından insanların hafızasında sureleri canlı tutmaktı.
1. Kuran-ı Kerim’e olan teslimiyet bitmiyordu; ancak karakterini kaybetmiş irrasyonel ve mistik olana tutunmaktaydı. Kuran-ı Kerim kanun otoritesini kaybedip buna karşın eşyaların kutsalı oldu.
2.Kuran-ı Kerim’in araştırılmasında ve yorumlanmasında bilgeliğin yerini kılı kırk yaran yorumlar, büyük fikirlerin yerini okuma becerileri aldı.
3.Kuran-ı Kerimi hayatta nasıl uygulanacak sorusundan kaçmak için Kuran-ı Kerimin nasıl okunması gerektiği hususunda geniş ve itinalı bir ilim ürettiler. Nihayetinde Kuran-ı Kerim anlaşılan bir manası ve içeriği olmaksızın çıplak bir ses haline getirdiler...
Devam eden süreçlerle dilini kaybeden bir millet kutsal kitabını da yaşamdan uzaklaştırmaya başladı. Bizim Müslümanlığımız daha çok mirasyediye benziyor. Sorgulanmayı bekliyor. Biz ne ile muhatap olduğumuzu bilmiyoruz ki. Dün dedelerimizin belki bir bahaneleri sebepleri vardı ama bizim böyle bir şeyi söylemeye hakkımız yok. Her şey elimizin altında ve serbest.