İğneyi Dışarda Aramak

35_bKüçük kızımın yeni doğduğu zamanlar, birbirimize alışmaya çalıştığımız dönemde sosyal medyadaki resimleri, paylaşımları gördüğümde, evden kaç gündür çıkamamış ve uykusuz geçen gecelerime bakıp, dünyanın hızla döndüğünü, yalnızca benim durduğumu düşünürdüm. Çünkü hayat dediğimiz şeyin, dışarda aktığına dair bir algı oluşmaya başladı son dönemde hepimizde. Ne kadar dışardaysak o kadar mutlu oluruz gibi kodlarımız var. Bizi dış dünyadan koparan, dolayısıyla mutsuz eden, her rolü öteledikçe ötelememiz, bence, bu sebepten. Evlilik ne kadar ötelenirse esaretten o kadar kurtulacağımıza, çocuk sayısı ne kadar az olursa hayatın içinde o kadar var olacağımıza inanıyoruz. Erken evlilik kararı almışlara ya da çocuk sayısı fazla olanlara “zavallı esir”gözüyle bakmamıza neden oluyor bu yargı. Sanki kimse ikiden üçten fazla çocuk sahibi olmak isteyemezmiş, olursa da o kişi fakir, cahil ve başkalarının kararları ile yaşıyor gibi zanlarla hareket ediyoruz.

Peki mutlu muyuz? Antidepresan kullanışındaki artışa, evliliklerin gidişatına bakılırsa evet demek pek mümkün gözükmüyor. Bu fıtratın tersi bir işleyişle var olmaya çalışmak ve ne aradığını bilmeden yaşamak sanki. Daha çok yer gören, daha çok seminere katılan, daha çok kursa giden, daha çok şey bilen, daha kalabalıklarda yaşayan, kendinden hızla kaçan ve bildikleri içlerindeki acıyı dindirmeyen insanlara dönüşüyoruz.

Bu Nasrettin Hoca’nın iğneyi ahırda kaybedip dışarda aramaya çalışmasından farklı bir şey değil. İçerisi karanlık diye, kendimizi dışarda aramaya çalışmak bir bakıma. Çocuğuyla istediği bağı kuramamış, eşiyle çatışmasını giderememiş, insan ilişkilerindeki sorunları görememiş yani büyüyememiş yetişkinler olmak demek. Aynı zamanda “şükür” halini de kaybetmek.

Evden çıkmadığı için surat asarken, aslında o an, bir hastane odasında olabileceğini düşünmemek. Sağlıklı bir çocuğun, koşmasının, konuşmasının, haylazlıklarının, ağlamasının ne kadar büyük bir nimet olduğunu ıskalamak. O an yaşamak dahil, verilen nimetleri görememek. Başkalarının daha mutlu olduğunu zannetmek. Hepsi insani yanılgılarımız işte…

Böyle zamanlarda aklıma sıkça “Asr Suresi” gelir. Hüsran olmaktan kurtulmanın yolunun “ Hak’kı ve sabrı tavsiye etmekten geçtiğini” söyleyen çağrı... Dünyevi telaşların arasında, yaşadıklarımızı anlamlandırma biçimimiz, anlatma halimiz, dinleyenlerin paylaşımları hüznümüzü artırıyor sıkça… “Gez, toz, kafanı dağıt, bırak, daha iyilerine layıksın” cümleleri arasında kendimize mutsuzluk örmeye devam ediyoruz.

Oysa daha çok güven, daha çok şükür, daha çok bağ girmediği sürece hayatımıza, gözümüze dokunan her göz, sadece fotoğraf karesine yerleşen her an, yorgunluk olacak bize. Baktığımız her hayat bizden daha iyi, gördüğümüz her çift bizden daha mutlu gelecek gözümüze.

Dünya hızla dönerken kimse durmuyor aslında. Zaten maharetin hızlanmak olmadığını söylüyor artık sükûneti aramamızı tavsiye edenler. Ne kadar yavaşlarsak, ne kadar düşünürsek, hayatı ve insanı ne kadar iyi okursak o kadar kendimiz olacağız demek bu aynı zamanda. Çocukların bir an evvel büyümelerini istemek yerine, o anların kıymetini bilmeyi öğrenmenin, hazların peşinden koşmak yerine onları dizginlemenin kıvamını tutturmaya çalışmak gerekiyor.

devamı için;

http://www.gazetevahdet.com/igneyi-disarda-aramak-3680yy.htm


Bunlar da ilginizi Çekebilir

6 Yorum Yorum Yaz

Yorum Yaz